Gelin ata binmiş ya... nasip demiş. Bizim ki de onun misali. Neye niyet neye kısmet...!!! Sabah erken kalktık ver elini DİDİM dedik. Bekle bizi Altınkum sahilleri. Tam köşeyi kıvrılıp SÖKE şehir merkezine döndük...! O da ne? Debraj kilitlendi.. Araba vitese geçmiyor. Tek vites ile kör topal Sanayi Sitesine zor yetiştik. Usta; “Verilmiş sadakanız varmış. AlimAllah Bodrum yolunda, dağın başında bozulsaydı ne yapacaktınız? Şanzuman, gaz, fren halin duman abi” dedi. Ben de; “ Devrişler gibi atardım heybeyi omuzuma ayaklarımda çarık, elimde asam kumlar, çöller, vahalar aşarak ulaşırdım Şehr-i diyar-ı Aydın sancağına bağlı Söke’ye dedim. Gülüştük. Neyse... Üç saat arabanın tamirini bekledik. Saat oldu 15.00. Döndük gerisin geriye tekrar Kuşadası’na, tutuk “Kadınlar Denizi” plajının yolunu.
ŞEKER, KOLESTROL, PROSTAT, ÜRE DAHA SAYAYIM MI?
Ben Sanayi sitesinde arabanın tamirini beklerken Hollanda’dan arkadaşım olan ve 1993 de Türkiye’ye kesin dönüş yapan Sazlıköylü Ali İhsan Orman aradı. - “Mustafa... Dün akşam Nazilli Sitesinde fırıncılık yapan küçük kardeşim Hasan’dan duydum. buralardaymışsın” - “Alaykümselam Ali İhsan. Kalp kalbe karşıymış. Şimdi bende seni arayacaktım. Sorma başıma geleni. Araba bozuldu..! Baskı balatayı dağıttı. Sanayideyim. Yaklaşık onbeş dakika sonra yanıma geldi. “Bununla geçmiş olsun” dedi. Benim yapabileceğim bir şey var mı? - “Sağol” dedim. Olacağı varmış oldu işte.
`Gel oturup bir şeyler yiyelim. Arabanın bitmesine daha epeyi bir zaman var galiba?..` Sanayideki bir kebapçı dükkanına oturduk. Ordan burdan, işten güçten konuşurken karşımızdaki masaya 15-16 yaşlarında bir tamirci çırağı oturdu. Önündeki yemeği öyle bir iştahla yiyor. Ali İhsan; “Şu oğlanı görüyormusun. Ona bakınca aklıma gençliğim geldi.” Ali İhsan 51, ben ise 55 yaşına gelmiştik. “Evet” dedim. Ben de bu yaşlardaydım. Hemde deli fişek. Babam celepti. Hayvan alıp hayvan satıyordu. Halimize çok şükür ne çok zengindik ne de fakir, geçinip gidiyorduk. O sabah kamyona atlayıp erkenden çıkmıştık yola. Germencik, İncirliova, Koçarlı’yı dolaşıp akşam üstü Söke’ye döndük. Sabahtan akşama kadar ağzıma bir lokma koymamıştım, açlıktan ölüyordum.
- Babama..! “Lokantaya gidip birşeyler yiyeceğim.”dedim. O da; “Çok yeme! Akşamın şurasına ne kaldı” dedi. Benim gözüm kararmış garson önüme ne koyuyorsa yiyorum, silip süpürüyorum. Karnım doydu, kendime geldim. - “Hesap?” dedim. Garson; “Ödendi” dedi. - “Kim? Ödedi lan...!” - “Karşı masadaki müşteri.” Serde gençlik var, gurur var, kanım fokur fokur kaynıyor. Kafamın tası attı. O da kim oluyor da hesabımı kapatıyor. Hemen orta yaşlı adamın karşısına dikildim. “Sen mi ödedin? Kimsin sen. Sen den ödemeni isteyen mi oldu?” - “Delikanlı sen Fahri Talman’ı tanıyor musun?” - “Hayır” tanımıyorum. Duyduğuma göre Söke ovasının en zenginiymiş. Mülti milyoner. Onbinlerce dönüm arazisi varmış. Çırçır-Dokuma fabrikaları varmış. - “Ha...! İşte o adam benim.” Senin öyle iştahala yemeni seyredeken benim de iştahım açıldı sayende bir kaç lokma bir şeyler yedim. Aman evladım gençliğinizin kıymetini bilin. Saglığınıza çok dikkat edin. Benim param pulum var. Karun kadar zenginim ama hastalıklardan yakamı kurtaramıyorum. Kolestrol, Şeker, Prostat, Üre daha ne sayayım hepsi var. İki lokma bir şey yiyecek iştahım yok. `Haklısın Ali İhsan` dedim. Saglığımızın kıymetini bilelim. Bu yaştan sonra üç beyazdan kaçınalım. Tuzlu ve Unlu şeyleri ara sıra kaçırıyorum ama çayı-kahveyi şekersiz içiyorum. - “Bende öyle” dedi. Kalfa çırağı geldi. “Ustam size sesleniyor. Bitti...! Araba kız gibi oldu” dedi.
Bugün 1000933 ziyaretçi (2624871 klik) kişi burdaydı!
“TogaMedya doğru, dürüst, şeffaf gazetecilik”
TÜRKİYE
<
Toga Medya Editörü / Wie is de editor van TogaMedya