Saat gece yarısını geçiyor biz hala arabanın üstündeki bagagebox ile uğraşıyoruz.
Yol Hikayeleri: Mustafa TOGA / Eylül 2010 /
Platform Dergisi HABER: 50a
Emniyet vidalarını iyice sıkmamıza rağmen hanım ip ile ekstradan bağlanmasında ısrarlı. Süratli gidersin... Yolda ne olur ne olmaz, Allah göstermesin kayar mayar diyor. Pekiyi diyorum senin dediğin olsun. Sabah 04.35 da kalkıyoruz. Çocukları uyandırıyoruz, giyiniyoruz derken ancak 05.15 de hareket ediyoruz. Yıllık iznimiz altı hafta. Almanya’nın Frankfurt şehrine gelince 15 dakika mola veriyoruz. Bu arada arabanın akaryakıtını da fulluyoruz. Regensbrug’e varınca yağmur başlıyor. Adından mı nedir ne zaman buradan geçsem (Almanca regen yağmur demek) yağmur yağıyor. Süratli gitmeyeyim diyorum ama araba güçlü Mercedes, dinlemiyor arasıra ibre 150 km yi geçiyor. Bir baktık Avusturya’ya varmışız yol otoban, doğa güzel ormanların arasında akıp gidiyoruz. Macaristan’ın yolu da bir o kadar güzel, akşamın kızıllığı çöküyor Szeged’e 65 km kaldı. Saat 22.00 oldu gözlerim kararıyor. İlk benzinliğe dalıyorum. 30-40 kadar gurbetçi arabası sıralanmış. O gece orada yatıyoruz. Sabah 03.30 da kalkıp yola koyuluyoruz. Gümrük kalabalık olmaz bu saatte diyorum. Gerçekten de öyle 10-15 araba var. İlk pasaport kontrolü Subotica gümrüğünde önce Macar sonra Sırbistan polisi tarafından yapılıyor. Belgrad’a kadar yer yer otoban çalışmaları var. Yollar tek gidiş geliş çok dikkat ediyoruz. Yeri geliyor 50 km yeri geliyor 80 km süratle gidiyoruz. İki yerde otoban parası ödüyoruz. Belgrad ile Niş arası otoban yollar kalabalık değil. Otoban bitiyor Bulgaristan Makedonya yol ayrımına geliyoruz. Karar verme zamanı. Tabelada Sofya 163 km yazıyor. Bulgaristan’dan gidelim diyoruz.
Gümrüğe kadar yol tek gidiş geliş ama bakımlı. Öğleye doğru Bulgaristan’a giriyoruz. Hiç beklemiyoruz, gümrük işlemleri beş dakikada bitiyor. Çıkışta 10 euro verip Vignet alıp arabanın ön camına yapıştırıyoruz. Bir çeşit transit vize, yedi gün içerisinde Bulgaristan’ı terk etmek zorundayız. Yedi günü bırak biz bir saat dahi durmak istemiyoruz. Hanım “Mola filan vermeyelim bir an önce çıkalım Bulgar’ı akşam Edirne’de yatarız” diyor. Zaten Bulgaristan 384 km saat beşten önce Kapıkule’de oluruz diyorum. Yolun kenarında bir tabela 60 km yazıyor. Önümde iki araba biri Fransız plakalı diğeri Alman onları takip ediyorum. 40 km gittikten sonra onları takip etmekten sıkılıyorum öne geçiyorum biraz da süratleniyorum. Sofya 19 km yazıyor derken aniden önüme bir Bulgar trafik polisi atlıyor. Dur...! diyor. Arabayı yolun sağına çekiyorum.
- Komşu ehliyet ve ruhsat diyor. İstediği evrakları veriyorum.
- Komşu sen var süratli gitmek... Radar... diyor.
- “Hayır” diyorum. Ben seksenle gidiyordum.
- 'Radar' diyor. Burası altmışlık yol.
- Nerde tabela, taa.. gümrük çıkışında bir tabela vardı ondan sonra görmedim, seksenlik yol değil mi?
- 'Hayır komşu' diyor. Bak radar 81 km hızla gidiyordun.
Bu arada o iki araba da yanımızdan aynı hızla geçip gidiyorlar. Memur meşgul olduğu için onları durdurmuyor.. İçimden sürüden ayrılanı kurt kapar, onları takip etseydim, öndeki ilk arabayı durduracaklardı başıma bunlarda gelmeyecekti diyorum.
- 'Komşu gel' diyor. Park etmiş polis arabasının arkasındaki kulübeye giriyor. Arabanın içerisinde ise 2 polis memuru oturuyor, ben de yanlarından geçip kulübeye giriyorum.
Masanın üzerinde duran kanun kitabını açıyor polis.
- Komşu sen var çok sürat yapmak. Ceza çok büyük. 160 euro, hem de bir ay ehliyetine el koymak dedi. Yüreğim cız etti. Cezayı bırak ben ehliyetsiz ne yaparım.
- Yapma komşu, ben Türkiye’ye izine gidiyorum, ehliyetsiz ne yaparım yollarda dedim.
- O zaman anlaşalım. 80 euro ver kimseye de söyleme dedi. Psikolojik olarak rahatladım. Dişe diş göze göz pazarlık başladı. Olmaz komşu dedim. Tatile gidiyorum çok param yok.. cüzdanı açtım bir tomar beşlik çıkartıp uzattım. Paraları alıp saydı burada 20 var çok az, olmaz...! dedi. Polisin mız mız haline tepem attı ver onları dedim. Çıkartıp 50 euro uzattım.
- Tamam mı? Ver ehliyeti ruhsatı dedim.
- Tüm 50 lik olmaz demin verdiğin bozuklardan ver dedi. 50 euro yu bana geri verdi. Ben tekrar cüzdanı açtım yine bir tomar para uzattım. Saydı olmaz burada 25 var dedi ben orada 10 euro gördüm onu da ver.
Kör şeytana nalet olsun dedim. Bir şeyler daha söyledim, baktım olmuyor 10 euro çıkartıp uzattım.
- Komşu sen memnun ben memnun dedi, sonra evrakları bana uzattı ardından komşu 7 km ilerde yine kontrol var dikkatli ol dedi.
Gerçekten de dediği noktada iki Alman plakalı arabayı durdurmuşlardı.
Artık tabelada ne yazıyorsa ona göre gidiyorduk 30 ise 30, 50 ise 50.
Sofya’yı geçtik yine bir gurbetçiyi çevirmişler. Çocuklar sayın bakalım daha kaç tane ördek avına çıkmış polis arabası göreceğiz dedim. Kapitan Andreevo gümrük kapsına kadar 20 tane saydılar biri hariç diğerlerinin önünde hep gurbetçilerin arabası duruyordu o bir tanesi de Polonya plakalı TIR idi.
Sofya’dan sonra Plovdiv otobanına kadar 30 km lik bir alan mayın tarlası gibi çukurlarla doluydu. İster süratli git ister yavaş bir çukurdan kaçsan bir diğerine mutlaka düşüyordun.
Ellerimi kaldırmışım “Avrupa Birliği neredesin” diye bağırmışım.
Hanım - Ne yapıyorsun kendine gel diye beni uyardı.
Aslında öyle değil mi? Bulgaristan AB üyesi, Bu ne tür bir Avrupa Birliği üyeliği ise. Kontrol, denetleme mekanizması yok mu bu birliğin? Yollar köstebek yuvası gibi, polisler trafik düzeni için değil turistleri (Türkleri) soymak içi yol kenarlarında pusu kurmuşlar. Bu arada yol boyunca bozulmuş, kaza yapmış taşıtlar gördük. Derken nihayet kazasız belasız saat 17.00 civarında Türkiye’ye ulaştık.
Geri dönüş için hazırlık başladı. Hanım pazartesi günü Hollanda’da okullar açılıyor hafta sonu herkes yola çıkmak ister o zaman da gümrükler kalabalık olur, biz bir iki gün önce yola çıkalım dedim. Çarşamba günü sabah 04.30 da İzmir’den hareket ettik.
Saat 13.00 de Kapıkule gümrüğüne geldik. Kalabalıktı ama düşündüğüm kadar değildi. Türkiye gümrüğünde arabalar on gişede sıra olmuştu pasaport kontrolü için. Biz de sıranın birisine girdik. Sıra bize gelince memur.
- Beyefendi arabanın triptik kâğıdı Türk pasaportlu olarak işlenmiş. Hollanda’daki ikametgâhınız gözükmüyor önce 15 tl harç ödemelisiniz yoksa yurtdışına çıkamazsınız dedi.
- Bu da nerden çıktı her zaman böyle olmuyordu dedim.
- Türkiye’ye girişte memur öyle işlem yapmış yapacak bir şey yok dedi.
Kör şeytan, bu tür aptalca şeyler gelip beni bulur. Neyse harcı yatırdım. Pasaport kontrolü için Bulgar gümrüğünde sıraya girdim. Şuradan birkaç fotoğraf çekeyim dedim. Hanım “Görmüyor musun duvardaki tabelayı korna çalmak, fotoğraf çekmek yasak durup dururken başımıza iş açma” dedi. Bulgar da altı gişe çalışıyordu. Memurlar pasaport kontrolüne giren her arabayı didik didik arıyor bütün eşyaları indirtiyordu. Araba kuyruğu da uzadıkça uzuyordu. Özellikle bizim sıraya bakan memur çok titiz davranıyordu. Hanım “yandık” dedi, arka bagajdaki valizleri indirmek önemli değil arabanın üstündeki bagajı da açtırırlarsa geri nasıl yerleştiririm diye stresten ölüp ölüp diriliyordu. Önümüzdeki minibüsün içinde ne var ne yoksa indirdiler. Eşyaları geri yüklerken kadın Türkçe olarak aklına ne kadar okkalı küfür geldiyse sıraladı.
Sıra bize geldi, tam o sırada memur bir arkadaşını çağırdı kendisi yan tarafa geçip pet şişeden su içmeye başladı. Ben hemen yeni gelen memura pasaportları uzattım. O pasaportları incelerken arabadan inip bagajın kapağını açtım.
- “Komşu gümrüğe tabi sigar, içki var mı” dedi memur.
- 'Hayır' dedim. Ben öğretmenin içmiyorum, sigaraya da karşıyım. Kapıyı açıp arka koltukta oturan çocuklara baktı. Ben hemen bir valizi alıp bagajdan aşağıya indirdim. Buyurun bakın gümrüklük bir şeyimiz yok dedim. Bu sırada asık suratla diğer memur geldi. O gelince “Tamam, kapat bagajı, devam edin” dedi. Hanım “Çok şükür Bulgarı atlattık, sür haydi arabayı akşam olmadan Sırbistan’a ulaşalım” dedi. Sırbistan’a gelince kendimizi daha emniyette hissedeceğiz.
Svilengrad’a gelince yine o köstebek yuvası çukurlarla karşılaştık. O çukurdan bu çukura atlarken ön teker derin bir çukura girdi herhalde arabadan tak diye şiddetli bir ses geldi.
- Arabanın bir yeri parçalandı dedi, hanım.
- Yok bir şey... Plovdiv otobanına çıkalım oradaki benzinlikler emniyetli, lastiklere bakarız dedim.
Harmanlı’yı geçtik direksiyon sağa doğru çekmeye başladı. Süratimiz 60-70 km arası git git yol bitmiyor. Geldiğimiz yollara bakıyorum içime biraz su serpiliyor çünkü otobana çok az kaldığını hissediyorum. Derken sağ ön teker pat pat ederek koyu bir duman çıkarmaya başladı. Araba sağa sola savruldu, çocukların gözlerinde korku, avazları çıktığı kadar çığlık atmaya başladılar. Süratimiz az olduğu için direksiyon hâkimiyetini kaybetmedim ve arabayı durdurabildim.
İnip baktık ki sağ teker ve jant parçalanmış. Çocuklar ağlamaya başladı. Hanım onları teselli ederken ben bagajdan stepneyi çıkardım. Bu arada ön tekerin dört vidasını söktüm fakat akıllı vida sökülmüyor. Hollanda’yı, ANWB'nin yurtdışı yol sigortasını arayayım dedim. Yardım belki gece yarısı ancak gelir diye yanımızdan vızır vızır geçen arabalardan birini durdurmaya karar verdik. İşaretimize Hollanda plakalı bir araba durdu. Utrecht kentinde ikamet eden Yozgatlı genç karı koca yardımımıza koştular. Akıllı vidayı onların yardımıyla söküp stepneyi taktık. Yozgatlı genç sakın Bulgaristan’da lastiği tamir ettirmeyin dünyanın parasını alıyorlar. Türkiye’ye giderken bizim arkadaşın da lastiği patladı iki kullanılmış lastiğe 400 euro ödedi diyince başka bir yerde tamir ettirmeye karar verdik.
Tekrar yola koyulduk o da nesi daha 2 km gitmemiştik ki otobana çıktık. Bizdeki şansa bak lastik orada patlamayıp biraz daha sabretseydi benzin istasyonunun birine uğrayıp orada değiştirdik. Neyse Sofya’nın o bozuk yollarına gelince 30-40 km sürati geçmedim dersem yalan olmaz. Kalotina gümrük kapısına kadar öyle gittik. Tabi bu arada Bulgaristan’ı sekiz saatte ancak çıkabildik. Gümrükte 3-4 km uzunluğunda sıra vardı. “Olsun... bu gece bu gümrükten çıkmalıyız” dedim. Gece saat 23.00’e doğru sıra bize geldi. Genç, yakışıklı bir Bulgar polisi pasaportlarımızı aldı inceledi. Gümrüklük bir şeyimiz olup olmadığını sordu.
- 'Hayır' dedim.
Elini bir silahına atıyor bir bizim pasaportların yapraklarını çeviriyor. Belki bu göreve yeni atanmış. Hanım, niye bizi bekletip duruyor diye sordu. Ne bileyim dedim. Bu arada 7-8 arabanın valizlerini indirtiyorlardı. Bu sessizlik hayıra alamet değil kesin bizim de bagajı indirtecek bu oğlan dedik. Memur pencereye yaklaştı,
- 'Komşu, çorba parası, 5 euro' dedi.
Öyle efendi görünen birisinden hiç böyle bir şey beklemiyordum. Şaşırdım, afalladım. Sanki saniyeler dakika dakika uzadı. Kafamın içinde vermezsem valizleri indirtir kesin bu dedim. Kendimi toparlayıp 'nasıl...!' dedim. Pasaportları pencereden içeri uzattı ben de 5 euro eline sıkıştırdım. Arka koltuğun kapısını açıp içeri baktı sonra “Tamam komşu” dedi. Tv de Bulgar polisi çorba parası isteyince “Nah.. alırsın euro yu, ben sana çorbanın alasını vereyim” reklamını anımsadım. Gece yarısı Sırbistan’a geçtik. Artık yola devam etmeyip onlarca park etmiş izinci arabasının arasında saat 05.00 kadar yatıp uyudum. Sırbistan’ı vukuatsız geçtik, öğle saatlerinde Macaristan gümrüğüne vardık. Burası Avrupa Birliği’nin ilk giriş kapısı olduğu için sıkı bir denetleme vardı. Fakat şüphelenmediklerinin dışındakilere valizlerini açtırmıyorlar sadece bagaja şöyle bir göz atıp geçiyorlar. Bize de öyle yaptılar. Gece Passau’ya gelince bir benzinliğe çekip mola verdik. Daha epeyce yolumuz var bu kadar dinlenme yeter deyip günün ilk ışıklarında yola çıktık. Köln’e gelince arka sağ tekerden sesler gelmeye başladı. Arabayı emniyet şeridine çekip kontrol ettik görünürde bir şey yok. Sağ şeritten yavaş yavaş gitmeye karar verdik. 80-90 km hızla gidiyoruz arkamızdan gelen TIR lar hızlan diye sinyal verip korna çalıyorlar. Ben de artık camı açıp elimle geçin diye işaret veriyorum. Şoförlerin suratları bir karış beni solluyorlar ama belli ki “Adam Mercedes’e binmiş yaptığı sürate bak... Kaplumbağa gibi gidip yolu tıkıyor” diyorlar. Nereden bilsinler Bulgar’da zıpkın yemişim, ölümden dönmüşüm...
- Hanım dedim bu tekerden gelen ses hoşuma gitmiyor Düsseldorf’ta bir araba garajına uğrayıp gösterelim.
- Şurada kaç kilometre kaldı Hollanda’ya orda gösterirsin dedi.
Arnhem sınırından girdik hava serinledi yağmur yağmaya başladı. Çocuklar Türkiye’nin yer yer 53 dereceye varan sıcaklarından bunalmışlar ki pencereleri açtılar. Oh be... sepserin diyorlar. Bense bir an önce arabayı garaja göstermeyi düşünüyorum. Valizleri alel acele eve taşıyoruz. Hanım, biraz soluklan diyor. Olmaz diyorum, şu stresi üzerimden atmalıyım. Hemen arabayı köprüye alıyorlar. Kalfa çocuklar “Amca yeni mi geliyorsun? Arabanın üzerindeki tozlar Türkiye’nin mi diye soruyorlar. Belli ki bu yaz izine gidememişler. Hikâyeyi anlatıyorum. Usta arka sağ tekere bakıyor. “Hem yırtılmış hem balon yapmış, şansınız varmış ki yolda patlamamış, çok tehlikeli hemen değiştirilmeli” diyor. Kalfalar sol taraftaki iki teker de yarılmış bunlar da değişecek diyorlar. Hâlbuki izine gitmeden önce lastikleri ve frenleri yeni değiştirmiştim. Usta: “Dün de on kişi geldi lastiklerini değiştirdi. Abi, sport jantla o çukurlara girilir mi hiç, esneme payı olmadığı için jantlar dört lastiği de yırtıp atmış.
- “Desene Allah korudu bizi... Bulgarlar o çukurları kasten kapatmıyorlar. İnsanların canına kast ediyorlar” diyorum.
- “Herkes şikâyet ediyor ama kimse mahkemeye gitmiyor. Avrupa Birliği’ne dilekçe verip haklarını aramıyorlar. O çukurlardan ne menfaat sağlıyor Bulgar hükümeti de bir türlü anlamıyorum” diyor Usta.
Dört yeni lastik pırıl pırıl parlıyor. Borcumuz diyorum.
320 euro verirsen yeter abi diyor.
Bugün 1000451 ziyaretçi (2623020 klik) kişi burdaydı!
“TogaMedya doğru, dürüst, şeffaf gazetecilik”
TÜRKİYE
<
Toga Medya Editörü / Wie is de editor van TogaMedya