|
081-Ayse ile Celil Yasam Dedigin
YAŞAM DEDİĞİN “AYŞE İLE CELİL”
Adana’nın Kozan ilçesi Faydalı Köyünden 1930 doğumlu Ayşe Kılıç ile Osmaniye’nin Aşağıçiyanlı Köyünden Celil Toga’nın yaşantısından acı, tatlı anılar. Kadirli-OSMANİYE 05 Mayıs 2023 // TogaMedya // 081 // 2418p
ÖKSÜZ VE KİMSESİZ BİR ÇOCUK Baba tarafını biz pek tanımayız çünkü babam öksüz ve kimsesiz büyümüş. Dedem İsmail 1930 da askere gitmiş. O zaman askerlik 3 sene (36 ay) sürüyormuş. Dedem askere gittiğinde ninem Amentü babama hamileymiş. 9 ay 10 gün sonra babam doğmuş daha 6 aylıkken dedemin askerden öldü diye künyesi gelmiş. AMENTÜ 6 AYLIK BEBEĞİYE DUL KALIYOR Çukurova pamuğunu toplamak için doğu illerinden mevsimlik işçiler geliyordu Adana’ya. O yıl Kadirli’nin Aşağıçiyanlı köyüne Ağrı Patnos’tan tarım işçileri gelmiş. Nenem içlerinden bir oğlana vurulmuş. İşçiler geri memleketlerine dönerken onlarla beraber gitmek istemiş. Babamın halası Paşa Elif gidenlerin yolunu kesip önlerine çıkmış ve “Bire zilli sen nereye gidersen git ama abimin yadigârını burada bırak yoksa kafanı taşla yararım” demiş. Ellerinden çocuğu almış. Kocası Kayacı Hasan’la beraber kendi çocuklarının yanında (Ali, Zekariye, Fadime) babamı da büyütmeye başlamış. Yaz ayları gelince Çukurova çatır çatır yanar, sarı sıcak ve sivrisinek (üvezler) sıtma eder insanı. ÇUKUROVA’NIN SICAĞI HASTA EDER İNSANI Daha 6 aylık el kadar bebek olan babamın yanlarında yatmasını istememiş eniştesi. Yazın bölge halkı çardaklarda, hayâlarda kalırlar. Halamda köyün arkasından geçen ırmağın yayında ki çardağın ayağının yanına ottan şile (döşek) yapmış. Babam orda yatarmış, beline de bir ip bağlamış ipin bir ucunu da çardağın ayağına bağlamış ki dereye yuvarlanıp boğulup gitmesin diye. Babam bu minval üzerine büyüyüp gitmiş. Diğer taraftan babaannem Patnos’a varınca yeni kocasından bir oğlan çocuğu (Sabri) daha olmuş. Bir gün evin tandırında ekmek yaparlarken kaynanası hamur bezelerini istiyor bu da kürtçe bilmediği için anlayamıyor. Sen benim söylediklerimi yapmıyor musun diye çok kızan kaynanası bir tekme vuruyor, babaannem düşerken başını fırının içine sokuyor ve yanarak ölüyor. Yıllar sonra öldü haberi geliyor köye. ENİŞTESİNDEN 100 DÖNÜM TARLASINI İSTİYOR Babam 17 yaşına basıyor, bu arada halası Paşa Elif ölüyor. Kayacı Hasan yeniden evleniyor. Evde eski huzur kalmıyor, köylülerde babama gaz veriyorlar. “Kayacı Hasan bu güne kadar sana niye baktı çünkü senin 100 dönüm tarlanı sürüyor da ondan. Babam bir gün eniştesini karşısına çıkıyor. Ben evleneceğim tarlalarımı ver diyor. Kayacı Hasan da onu evden kovuyor. Babam orada burada kalıyor, elin işinde amelelik yapıyor, öyle geçiniyor. Bir gün komşuları, “Celil! Faydalı köyünde (3 km mesafede) Ali hoca var, onunda Ayşe (Eşe) adında senin yaşında bir kızı var gidip onu sana isteyelim” diyorlar. Sen öksüzün birisin, ana yok baba yok çöpsüz üzüm, Ali hoca da fakir kimsesizin birisi olsa olsa o sana kızını verir diyorlar. ALİ HOCANIN KIZINI GÖRMEYE GİDİYOR Bir gün annem evin önünde ineklerini sağarken bir de bakıyor ki ayağında şalvarı, kafasında kasketli oğlanın biri karşısına çömelmiş ineğin memeleri arasından kendisine bakmıyor mu? Gözü kör olasıca bu da kim deyip ağzını yazmasıyla kapatıp içeri kaçıyor. Birkaç gün sonra annemi istemeye geliyorlar. Ali hoca tamam diyor ama bir şartla iç güvesi olacak. Benim oğlum (Süleyman, 20 yaşında) daha yeni verem hastalığından öldü. Yalnızım, kimsesizim bir kızım var onu da yaban ellerine gelin veremem diyor. Babamda kabul ediyor, iç güvesi olarak kayın babasının yanına yerleşiyor. Ninemin (3 koca eskitmiş Osmanlı Hamide Hatun) 20-25 dönüm olan tarlasını sürerek geçinip gidiyorlar. 1.SÜLEYMAN 2. SÜLEYMAN 3. SÜLEYMAN DOĞUYOR Annem hamile kalıyor, derken 1. Süleyman doğuyor. Çok yaşamıyor 6 ay sonra ölüyor. Annem yeniden hamile kalıyor bu arada babam askere gidiyor 2 yıl (24 ay) Babam askerdeyken 2. Süleyman doğuyor. Askerden döndükten sonra bir buçuk yaşında ki çocuk hastalanıp ölüyor. Derken annem bir daha hamile kalıyor 3. Süleyman doğuyor. Dedem Ali hoca bunun adını Süleyman koymayalım Eyüp olsun, Allah-ü Talanın bir hikmeti Süleyman dediğimiz ölüyor bu işte bir nazar var adı Eyüp olsun diyor. Abim yaşıyor. Ama babam biricik kayının ismi yaşasın diye Nüfus cüzdanına Süleyman yazdırıyor. Kimse bilmiyor ta ki ilkokula başlayan kadar. Abime hala köyde Eyüp derler, Süleyman deyince öyle bir birini tanımıyoruz, o da kim ki? Diye söylenirler. AH! ARKAM, VAH! ARKAM Babam annemi karşısına alıp. “Hanım, ben arkasızım kimsesizim bize çok çocuk lazım. Kırsal kesimdekilere arka lazım. Sana bir hikâye anlatayım da dinle. “Adamın biri yolda yürürken 3-4 kişi çıkıyor karşısına dövmeye başlıyorlar. Her vuruşlarında adam ‘Arkam!’ diye bağırıyor. Sırtına vuruyorlar, kafasına vuruyorlar, bacaklarına vuruyorlar, Eline vuruyorlar ‘Arkam!’ diye bağırıyor. İçlerinden biri “bir dakika!” durun vurmayın diyor. Senin karnına, ayaklarına vuruyoruz sen yine ‘Arkam!’ diye bağırıyorsun, niye? Diye soruyor. Benim kardeşlerim, dayılarım, amcalarım olsaydı siz beni dövebilir miydiniz? Kimsesizim, arkam yok da ondan” diyor adam. MADENİ BULDUK 3 ERKEK 1 KIZ Derken ablam (Gülseren) doğuyor. Ardından ben (Mustafa) doğuyorum, Ali doğuyor, İsmail doğuyor ardından Elif doğuyor. “Hanım diyor biz madeni bulduk 3 oğlan ardından 1 kız doğuyor. Artık şu 3 oğlanı daha doğur, ondan sonra stop” diyor. Yeni doğacak bebek oğlan olacağı için ismini peşin koyuyorlar Tuncay diye. Ahaaa! Kız doğmuyor mu? İsmini değiştirmiyorlar. Bir yanlışlık oldu herhalde “Bu kadar hata kadı kızın da da olur” diyorlar. Ardından Hayriye (kız) doğunca, hanım büyü bozuldu artık tutturamıyoruz diyor ve 10 çocuktan sonra stop ediyorlar. BABAM KÖYÜNE GERİ DÖNÜYOR Babam köyüne gidip Kayacı Hasan’dan tarlalarını alıyor. Onları sürüp ekmek için atla, arabayla her gün Faydalı’dan Aşağıçiyanlı’ya gidip geliyor. Tabi ki bir süre sonra bu gidip gelmeler zor geliyor. Bir gün Eşe..! Ben köyüme gidip yerleşeceğim, oraya bir ev yapacağım. Benimle geliyor musun diyor. Tabi bunu Ali hoca duyuyor. Küplere biniyor. Olmaz diyor. Söz verdi, iç güvesi olarak kalacaktı. Ben ne kızımı ne torunumu (3. Süleyman) göndermem, kızımı boşandırırım daha iyi diyor. Osmanlı Hamide (99 yaşında öldü) “ Olmaz bey, kızımız çocuğuyla birlikte ortada mı kalsın” deyince. Ali hoca kızını çağırıyor. Ya bizi seç ya kocanı diye diretiyor. Annemde “Anne, Baba” diyor. Benim yerim kocamın yanı o nereye giderse bende onunla giderim ve Aşağıçiyanlı köyüne yerleşiyorlar. Küçük kız kardeşim Hayriye daha üç yaşındayken babam hastalanıyor. Böbrekleri çalışmıyor. 6 ay sonra da böbrek yetmezliğinden 40 yaşında ölüyor. CELİL TOGA 40 YAŞINDA HAYATA GÖZLERİNİ YUMUYOR Babam hastalanınca hısım, akraba, köylüler “Celil, sat şu tarlaları, git İstanbul’a böbrek nakli yaptır” (Bkz. Ekmek Kırıntısı şiir kitabı) diyorlar. 'Tarlaları satarsam çocuklar aç kalır, Her şeyi Allah’a havale ediyorum' diyor Babam. O zamanlar Tıp bu günkü gibi ilerlememiş daha. Adana Hastanelerinde sadece diyaliz var, böbrek nakli ise ancak İstanbul’da yapılıyor 1970’li yıllarda. ABLAM, BİR ÇOCUK GELİN Bir gün komşu köydeki teyzem İplikçi Fatma’nın (92) Hollanda’da çalışan oğlu İsmet Deringöl için Ablamı istemeye geldiler. Ablam daha 16 yaşındaydı, çocuk gelini verdiler. Düğün dernek kuruldu. Eniştem kayınbabam ölüm döşeğinde davul-zurna çaldırmam, gidip sessiz sedasız alıp gelelim demiş. Babam bunu duyunca “Hayır! Olmaz” dedi. Bu kız bir defa evlenecek, bu kapıdan davul-zurna eşliğinde, teliyle duvağıyla çıkacak. İçinde uhde kalmasın. ÇUKUROVA SICAĞINDAN YAYLAYA GÖÇ O yaz babamı Adana'nın Sayimbeyli İlçesine (Orta Toroslar) yaylaya götürdük. Köyün önündeki tarlalara Maraşlılar çeltik ekmişlerdi. Her tarafı su basmıştı. 50 dereceye varan sarı sıcağın yanı sıra sivrisinekler cibinliği parçalıyordu. Babam nasıl dayanacaktı. Eşyaları kamyona yükledik. Ben köyde ineklerin yanında kaldım abim evi yerleştirmeye onlarla birlikte gitti. 15 gün sonra köye geri döndü. Daha ortaokulu yeni bitirmiştim, 13 yaşındaydım abimin yerine ben gittim annemlerin yanına. Kozan’dan Sayimbeyli minibüsüne bindim akşam olmadan yayla evine ulaştım. Kapıdan içeri adım atar atmaz babam daha hoş geldin demeden “ Mustafa, ölüyorum beni oturttur oğlum” dedi. ÖLÜYORUM! BENİ OTUTTUR OĞLUM Yattığı yerden kucakladım oturttum, beş dakika sonra yatır beni dedi. Gündüzleri başında ben duruyordum geceleri annem sabaha kadar kalıyor, oturtup kaldırıyordu. Annem gündüzleri biraz uyuyor sonra ev işleri ile uğraşıyor, çocuklara bakıyordu. Bütün yaşantımız böyle geçiyordu. 15 gün sonra 14 Temmuz 1970 de babam dizimin üzerinde yatıyordu. Daha sabahın erken saatleriydi. Annemde minderin ucuna kıvrılmış biraz uyuyordu. Babam “ Mustafa, kardeşlerin sana emanet. Onlar iyi bakın, ananı namerde muhtaç etmeyin dedi ve uykuya daldı. Biraz sonra gözünü açtı konuşmaya çalıştı, ağzından hırıltılar çıkıyordu ama tam olarak anlatamıyordu. Dili dolanıyordu. Ellerini elledim soğumaya başlamıştı. Açık olan gözleri sağ tarafa kaydı. Babama bir şeyler oluyordu. Anne çabuk kalk! Babama bir şey oluyor diye bağırdım. Annem yattığı yerden apar topar kalktı, babamı öyle görünce “Koş, Mustafa komşuya haber ver, hemen bir hoca bulup getirsin” dedi. Ben fırladım evden dışarı. Biraz sonra hoca ile birlikte döndük. Anam babamın ağzına pamukla su damlatıyor bir taraftan dualar okuyordu. Hocada, Kuran-ı Kerimi açıp okumaya başladı. Babamın başını dizimin üzerine koydum yavaş yavaş soluk alıp vermeleri kesildi. Hakkın rahmetine kavuştu. (Mekânı cennet olsun, nur içinde yatsın) Bu arada komşularda evin içine doluşmuştular. Cenazeyi Adana’ya götürme, zaten sıcaktan yolda kokar, buraya gömelim diyorlardı. Anam da “ Ben Celil’imi buralarda bırakmam. Biz iki keklik gibiyiz bir yaratılmışız. Ayrılmam ondan, götüreceğim” dedi. Hemen bir kamyon buldular. Eşyaları yükledik. CENAZE ÇUKUROVA’YA GETİRİLİYOR Annem ve kardeşlerim kamyonun şoför mahalline oturdular. Ben kefene sarılı mevta ile kamyonun üstüne çıktım. Kafası dizimin üzerine gelecek şekilde yatırdılar. 115 kilometrelik yolu kamyonla 3 saate gelebildik. Kozan’a gelince Çukurova’nın sıcağı bastırdı. Mevta kokmaya başladı. Düşündükçe hala o kokuyu hissediyorum. Aşağıçiyanlı’ya gelince, annem şoföre caminin önüne sür dedi. Cenaze şişmeye başlamış kokuyordu. Cami imamına “ Hocam! Hemen selasını veriniz. Herkes mezarlığa gelsin. Biz evde yıkatır geliriz. İkindi namazına ancak yetiştiririz. Namaza müteakip cenazeyi defnederiz dedi. Babamın cenaze namazını Kısahasanlı Mahallesinde ki Aile Kabristanlığında kılıp, oraya defnettik. İşte böyle bu dünyadan bir Celil Toga geldi geçti. Annem ise 8 kekliği tek başına büyüttü. Çok şükür şu an 93 yaşında, sağlığı sıhhati yerinde. ALLAH AKIL NOKSANLIĞI VERMESİN Saçları pamuk gibi bembeyaz olmuş güzeller güzeli annemde inşallah 99 yaşında vefat eden Hamide Hatun kadar yaşar. Tabi Allah insanoğluna akıl noksanlığı vermesin? Ninem 95 yaşından sonra alzemiri hastası oldu. Bunadı, annemi tanımaz sık sık ‘Kızım sen kimlerden olursun?’ diye sorardı. Annem ölene kadar ninemi el üstünde tuttu, hiç incitmedi. Bir gün Aşağıçiyanlı köyünde tanıdığın birinin gelinlik çağında ki kızı vefat etmişti. Annem başsağlığına gidecek ama annesini evde tek başına bırakmaya cesaret edemiyor çünkü başını alıp çekip gidiyormuş. Yanımda götüreyim, sessiz sedasız otursun demiş. Cenaze evine gelmişler, mevta odanın ortasında üstü örtülmüş yatıyor. Gelenler yüzünü açıp bakıyor, ağıtlar yakıyormuş. Ninemde kalkmış, ölen kızın yüzünü açmış başlamış kendince ağıt yakmaya. Ne kadar da genç miş, güzel miş dedikten sonra. “Ne diyeyim, söyleyim. Ölü benim olmayınca. Birer birer tükenir mi? beşer beşer ölmeyince” demiş. Annem ağzını kapadıkça o hala “beşer beşer ölmeyince, beşer beşer ölmeyince” diyormuş. Eşini genç yaşta kaybeden o yalnız fidanın ailesi ne oldu biliyor musunuz? Büyüdü, büyüdü, büyüdü şimdi 91 kişilik koca bir çınar oldu.
|
|