ADIMI UNUTTUM “YUSUF!”
‘İSDEMİR’ İskenderun Demir Çelik Fabrikasının montaj şefi arkamdan bağırıyor “Yusuf, çabuk buraya gel!” diye. Ben adımı unuttum,dönüp bakmıyorum.
Makale: Mustafa Toga // 057B //
1974 yılında Ceyhan Endistüri Meslek Lisesi Torna Tesviye bölümünden mezun oldum. Okul bitince insan sudan çıkmış balığa dönüyor. Üç yıl boyunca aynı sırayı, aynı sınıfı paylaştığın arkadaşların birer birer ortadan kayboluyorlar. Birçoğu evine, memleketine dönüyor. Mayıs ayında diplomalarımızı alınca bende köyüme döndüm. Bu arada Haziran ayında Üniversite sınavlarına İstanbul Kadıköy Fenerbahçe Lisesinde girmiş sonuçları bekliyordum. Köyde avare avera dolaşıyorum, canım sıkılmaya başladı. Anneme boş durmayıp çalışmak istediğimi söyledim. Annem önüne gelene soruyor ‘Mustafa iş arıyor bildiğiniz bir yerde iş var mı?’ diye.
İSKENDERUN DEMİRÇELİK FABRİKASINA MÜRACAATI
Osmaniye ili Kadirli ilçesi Tozlu köyünde uzaktan bir akrabamızın 1970 yılında inşaatına başlanan ‘İSDEMİR’ İskenderun Demir Çelik Fabrikasının montajında şef olarak çalıştığını (makine mühendisi) öğrendik. Onu görmek için önce Hatay’ın Erzin ilçesine oturan ve İSDEMİR’de vinç operatörü olarak çalışan Fatma halamın damadının erkek kardeşinin yanına gittim. Erzin o zaman o kadar küçük ki 2 katlı ev den başka bir şey yok. Tek bir caddesi var. Köy gibi bir yer. Akrabamız tek katlı bahçeli bir evde kiracı olarak oturuyor. Her gün çalışmak için İSDEMİR’in servisiyle işe gidip geliyor. Sabah horozlar öterken bende onunla beraber uyandım. Çorbalarımızı içip yola koyulduk. İSDEMİR’e gelince beni mühendis olan akrabamızın bürosuna götürdü. Sorduk daha gelmemiş. Beni orada bırakıp çalıştığı bölümüne gitti. İSDEMİR öyle büyük ki bir ucundan bir ucuna gitmek için fabrikanın içerisinde otobüsler çalışıyor (tabi ki ücretsiz). Saat 08:30 da mühendis bürosuna geldi. Ben hemen kapısına dayandım. Kendimi tanıtıp “Ben Aşağıçiyanlı köyünden Celil’in oğlu Mustafa’yım. Çalışmak istiyorum, iş arıyorum.”
-Seni çıkartamadım ama babanı, Ayşe teyzeyi tanıyorum. Ne mezunu sun?
-Bu yıl Tesviyecilik bölümünü bitirdim.
“Tamam” dedi.
Oradan bir usta çağırdı.
-Bunu al yüksek bacaların montajının taşronu olan Karabük’lü firmaya götür. Benim selamımı söyle işçiye ihtiyaçları varsa alsınlar dedi.
-“Teşekkür” ettim. İnsanın parası pulu olacağına akrabası, arkası olsun yeter.
Bir iç hatlar otobüsüne binip İskenderun limanına yakın bir yere gittik. Barakaya benzeyen prefabrik bir binadan içeri girdik. Beni getiren usta, üzerinde bir sürü çizim haritaları bulunan masanın arkasında oturan kişiye, şef mühendisin selamını söyledi.
25-30 yaşları civarında olan genç patron hemen toparlandı. “Emri, başım üstüne..! muhasebeye götürün kaydını yapsınlar” dedi.
Hemen yandaki büroya girdik. Sarı saçlı muhasebeci kadın, “TC kimliğini ver” dedi. Nüfus cüzdanını uzattım. Kimliğe bakıp bana geri uzattı.
Senin yaşın tutmuyor. Daha 16 yaşındasın. Burası ağırsanayi. Biz çocuk işçi çalışlıtıramayız, deyip bana kapıyı göstedi.
İşler tıkır tıkır giderken birden bire sarpa sardı. Ben 01.10.1958 doğumluydum. Tarih 19. 06. 1974 kimliğime göre ben daha 16 yaşındaydım. Liseyi herkes gibi 18 inde değilde 16 altısına bitirmiştim. İnsanın yaşı, okurken sorun olmuyorda işe gireken niye sorun oluyor du?
Şimdi ne yapmalı? Geri Karabük’lü taşron firmanın sahibinin yanına vardım. Durum böyle böyle dedim.
Genç patron uzun uzun düşündü. Sen şefin akrabasısın değil mi, onu da kırmak olmaz. Sen en iyisi ne yap biliyor musun? Bana 18 yaşını doldurmuş birisinin nüfus cüzdanını getir, seni işe alayım.
SEVİNÇTEN HAVALARA UÇUYORUM
Ben daha orada dururmuyum. Ana yola çıkıp Kadirli otobüsüne bindiğim gibi akşama eve vardım. Anneme durumu anlatınca. Kara kara düşünmeye başladık. 40 yaşında böbrek yetmezliğinden ölen babamın yerine hem baba, hem anna olan canım anacığım bunada bir pratik çözüm buldu.
-“Köyde babanın askerlik arkadaşı Mehmet’in oğlu Yusuf’un yaşı tutar onun cüzdanını alalım” dedi.
O zamanlar şimdiki gibi dijital kartlı nüfus cüzdanları yoktu. Sayfalı, üzerinde vesikalık fotoğraf filan olmayan defter şeklinde ye di. (Fotoğrafa bakınız).
Akşam Mehmet kirvelere gittik. Durumu anlattık. Annem “Hem Yusuf için de iyi olacak çünkü genç yaşta siğortası başlayacak. İlerde çok faydasını görür.
Onlarında aklına yattı “Tamam” dediler. Yusuf’un cüzdanını kaptığım gibi geri İSDEMİR’e gittim. Patron giriş kaydımı yaptırdı ve 15 güne kadar siğorta numaran gelir dedi.
BEN ARTIK BEN DEĞİLİM
İSDEMİR’de işe başladım ama adım artık Mustafa değil Yusuf’tu. Çalıştığım bölümündeki arkadaşlar Yusuf aşağı Yusuf yukarı diye çağırıyorlardı.
Bu arada Aşağıçiyanlı köyüne yakın Aydınlar köyünden baba tarafından kız verip kız alıp akrabamız olan 3 kardeş (*) onlarda benimle beraber Ceyhan Endüstiri Meslek Lisesini bitmişlerdi. İSDEMİR’de çalışıyorlardı. Onları görünce ikamet konusun anlattım. Sıkıntı yok sende bizimle beraber kalabilirsin. İskenderun’un varoş bir mahallesinde 2 odalı bir ev kiralamışlardı bende onlarla kalmaya başladım. İşe fabrikanın servis otobüsüyle gidip geliyorduk. Evde Mustafa diyorlardı işyerindeki arkadaşlarım ise Yusuf olarak çağırıyorlardı.
LİMONA GEL LİMONA
İSDEMİR’de bir ayımı doldurmuştum. Bir gün bölüm şefi beni çağırdı. “Yusuf, sen tesfiyecisin ama şimdi bize bir kaynakçı lağzım. Kaynaçı ustasının yanına git. Birlikte bacanın dış tarafınındaki kaynak işlerini bitirin” dedi. Kaynak makinasına elektrotu takıp bir kaç defa nasıl olacağını gösteren usta, çekti gitti. Elimde kaynak elektrotu diğerinde kaynak maskesi bağlantı demirlerini kaynatmaya çalışıyorum. Sık sık maskeyi çekiyorum yüzümden kaynak olan yerleri kontrol ediyorum. Neyse paydos oldu akşam eve geldim ki gözlerim kıp kırmızı, cayır cayır yanıyor. Çıplak gözle kaynak yapınca kaynak makinası gözümü almış. Çocukluk işte bir eczaneye gidip göz damlaması almak aklımıza gelmiyor.
Odayı paylaştığım arkadaşlarım Hacı Şeker ile Ali Şeker, “Gözüne biraz limon suyu damlatalım, gözüyün kızarıklığını alır” dedi.
Beni sırt üstü yatırdılar birisi göz kapağını açtı diğeri ortadan kesilmiş limonun suyunu gözüme sıkmaya başladı. Acıdan öyle bir bağırıyorumki tavanda asılı lambanın ampülü sallanıyor. Ertesi gün işe gidemeyip tüm gün yattım.
İNŞAATIN 6. KATINDAN DÜŞTÜ
Derken bir gün ustayla beraber dış cepede bellerimize emniyet kemerini bağlayıp kaynak yapıyorduk. Bir ara karşı inşaattan çığlıklar yükseldi. Herkes aşağıya toplanmıştı. Emniyet kemeri takmayan bir inşaat işçisi 6 kat yükseklikten yere düşmüştü. Bizde aşağı inip ölüsü yerde yatan işçiyi almaya gelen ambulansı seyretmeye başladık. Kaza olayını görünce morelim çok bozuldu. Ambulans acı sirenini çala çala uzaklaşırken başım döndü, ağzım burnuma geldi, gidip duvarın dibine kustum. İçimi bir korku sarmıştı, olayın şokunu bir türlü atamıyordum.
GİTTİ MUSTAFA GELDİ YUSUF
Öğle paydosu oldu. Az ilerdeki bir barakada çay, tost ve helva satan bir dükkan vardı. Her öğleyin yarım ekmek arasına helva koyup onu yiyordum. Aldığımız kaç kuruş ki. Ancak helva parasına yetiyor. Akşamları ise arkadaşlarla ortak kazan kaynatıyorduk. Fakat şunu iyi hatırlıyorum, o zaman etin kilosu 2,5 TL, yöğmiyelerimiz ise 7,5 TL idi. Anımsadığım kadar birde delikli beş kuruşlar vardı.
Helvacı dükkanının yolunu tuttum. Kazanın şokunu üstümden daha atamamış dalğın dalğın yürüyorum. Bu arada arkamdan bağrışmalar geliyor. Birileri Yusuf… Yusuf diye bağırıyor ama bu Yusuf’ta kim? Karşımdan gelen birisi “Hemşerin sana sesleniyorlar, duymuyor musun? Yusuf..! diyorlar” dedi. Döndüm baktım. Mesai arkaşlarım, “Yusuf..! Şef seni her yerde arıyor çabuk gel” diye bağırıyorlar. Aman Allahım, adımı unutmuşum, Yusuf olduğu mu unutmuşum.
………………………………………………………………………….
(*) Dört yıl sonra üç oda arkadaşım arabalarıyla önde giden kamyonun altına girerek kaza yapıp ölmüşler. Allah rahmet eylesin.