|
Mustafa Toga (Bekle Beni "İstanbul")
ŞERİF UÇARSU’ NUN ANISINA Aşağıda rahmetli Şerif Uçarsu ile bir ay önce yaşamış olduğum anımı anlatacağım.
Salihli Ticaret ve Sanayi Odası (STSO) 5 Ekim tarihinde üyeleri için İstanbul TÜYAP Mobilya Fuarına gezi düzenledi. Salihli Sanat Dostları adına beni de davet ettiler. Otobüste yer olduğu için de yanımda bir misafir getirebileceğim söylendi. “Aslında buraya bir parentez açmak lazım. Niçin mi? Çünkü eğer bu tür fuar gezilerine Resmi Kurum adına en az 40 üye katılırsa masraflar Ticaret ve Sanayi Bakanlığınca karşılanıyor (seyahat/otobüs parası, fuara giriş ücreti, öğle yemeği vs.) aksi taktirde Oda’nın muasebesi tarafından ödeniyor. Bilmiyorum bu konuya yeterli açıklama getirebildim mi?” Bende şu kadar yıllık ömrü hayatında İstanbul’u hiç görmemiş olan kayınım Ersan İzmirlioğlu’nun adını listeye yazdırdım. Gezi proğramı şöyle Cumartesi gecesi hareket edeceğiz Pazartesi sabahı geri döneceğiz. STSO nun önünden Güven Otobüsüyle gece saat 24.00 de hareket edilecek. Otobüste 43 kişiyiz. STSO Muamelat memuru Şerif Uçarsu tarafından isimlerimiz okunarak TÜYAP Fuarı giriş kartlarımız bizlere dağıtıldı. Meslek hanesine benim için Mobilya Toptancısı, Ersan’a Hırdavatçı yazılmış. Olsun biz mesleğimizden de otobüsteki yerimizden de menmunuz. Şoförün arkasındaki sırada üçüncü koltuktayız. Ersan evden küçük bir de yastık getirmiş. - Enişte ben pencere kenarına oturmak istiyorum. Yoksa uyuyamam. Yastık ta getirdim yanımda o olmazsa, kafam düşer o zaman da horlarım, dedi. - Benim için sorun yok. Koridor daki koltuk da olsa fark etmez. Otobüse, uçağa binince mışıl mışıl uyurum evelallah. Otobüsün tam saatinde hareket etti. Kafile başkanı Şerif Uçarsu; - Arkadaşlar. Otobüsün kalkış saatine çok dikkat edelim. Tam saatinde gelmeyen kusura bakmasın kalır. Yol üzerindeki molalar yarım saat. Fuara girişimiz saat 10.30 da olacak haraket saati ise 17.00 de. Ne hikmetse kimse rendevusuna sadık kalmıyor. Sık sık başımıza geliyor bu durumlar bazen bir saat beklemek zorunda kalıyoruz. Artık öyle böyle yok. Saatinde gelmeyip otobüsü kaçıranlar Esenler Otobüs Terminalına gidip başka bir taşıtla Salihli’ye dönmek zorunda kalacak dedi. Kimseden çıt yok! Salihli’den çıkıp Akhisar yoluna girdik. Karapınar köyünden geçip Gölmarmara üzerinden İzmir-İstanbul otobanını çıktık. Muavin çay, nescafe servisi yaptı derken otobüste ışıklar söndü. Ses soluk kesildi herkes uyumaya başladı. Önümde arkamda vede yanımda hafiften hafiten cılızda olsa horlamalar başladı. Bu da toplu taşımacılığın tuzu biberi olsa gerek. Bir uyandım gece saat 03.15 olmuş. Susurluk’daki YÖRSAN tesislerine varmışız. Çay ve ihtiyaç molası yarım saat. Ersan hala uyuyor. WC ye gittim daha sonra kafeteryada oturup bir çay içtim bir taraftan da cep telefonunun saattine bakıyorum. Aman bir aksilik olup ta otobüsü filan kaçırmıyayım diye. Yolcular tek tek binmeye başladı tam saatinde hareket ettik.
Saat 05.45 otobüs ışıklarını yakıyor. Uyanıyorum. Pencereden dışarı bakmaya çalışıyorum. Dışarda hafif hafif yağmur çileşiyor. Limandayız. Araç Yalova IDO vapuruna doğru ilerliyor. Anladım karşıya yani İstanbul’a Yalova-Pendik araba vapuruyla geçeceğiz.
Gişede ki memuru “115 TL” diyor. Şoför de; “Oldu mu o kadar?” diyor. Bu arada ben dürtmeden Ersan uyanıyor. - Neredeyiz? - Yalova - Saat kaç? - Sabahın altısı. Otobüsten inip geminin güvertesine çıkıyoruz. Yolcular az, koltukların çoğu boş. Büfeden birer çay satın alıyoruz. En ön koltulardan birine oturup dışarıyı seyretmeye başlıyoruz. Gemi yan taraflarından, arkasından köpükler çıkartarak Marmara Denizi’nde ilerliyor. Yalova’dan uzaklaşıyoruz, her fersahta şehir ışıkları küçülüyor, uzaktan görünmeye başlıyor. Yarım saat geçmeden Pendik limanına yanaşıyoruz. Bir anda güverte boşanıyor herkes arabasına koşuyor. Bizim otobüs de hareket ediyor. Limandan ayrılıyoruz aynı anda herkes uyumaya başlıyor. Saat sabahın 07.30 oluyor. Florya Tesisleri yazıyor tabelada. Gözlerimizi oğuşturarak uyanıyoruz. Karşımızdaki parkta bulunan ağaçların arasından deniz gözüküyor. Hani fuar Beylikdüzü’n deydi..? - Enişte! Galatasaray’ın Florya tesislerinde miyiz? - Bilmem, diyorum. “Olabilir!” Karşımıza İstanbul Büyükşehir Belediyesi Florya Tesisleri Restaurant’ı çıkıyor. Kafile başkanı; ”Arkadaşlar. Fuar için saat daha erken. Onun için burada mola vereceğiz. Fuar kapılarını saat 09.00 da açar. Biliyorsunuz ilk saatler giriş kalabalık oluyor. Biz saat 10.30 da orda olacağız. Sabah kahvaltısını şimdi burda yapacağız. Fuar alanına haraket saati tam dokuz. Haydi... serbestsiniz” dedi. Herkes kendi arkadaş gurubuyla parkın içinden sahile doğru ilerliyor. Grubta pek tanıdık kişi yok. Enişte kayın bizde deniz kıyısına iniyoruz. Atatürk Havalimanı hemen yanı başımızda. Üzerimizden her 2 dakikada bir uçak geçiyor. Durup saymaya başlıyoruz. Deniz çarşaf gibi dalga yok. Uzakta bir kaç gemi demir atmış duruyor. Kıyıda evler uzadıkça uzuyor ta uzaktan Küçükçekmece İlçesi görülüyor. Sahil yolu trafiğe kapalı. İstanbullular burda sabah yürüyüşü yapıyorlar. Hava serin daha fazla deniz kenarında durmuyoruz, restauranta giriyoruz. Oturmak için deniz manzaralı, pencere kenarındaki masalara doğru yürüyoruz. Ersan; “PVC ci Murat Akçorak ile Hazır mutfakcı Zafer’de buradalar. Onların masasına oturalım” diyor. Zafer Bozkurt bizi görüyor, uzaktan el sallıyor; “Ersan abi sende mi geldim?” diyor. - Ben misafirim. İstanbul’u gezeceğim... Gülüşüyoruz. Birer sandalye çekip oturuyoruz. Garson geliyor. Kahvaltı tabağının yanında sucuk, salam ektra sosis gibi şeylerde ister misiniz? diyor. Teşekkür ediyoruz. Murat; “Kahvaltıyı herkes kendi kesesinden ödüyor. Sadece öğle yemeği STSO tarafından karşılanıyor. Burda kahvaltı menüsüne sınırsız çay ve ekmek dahil, ekstra bir şey ısmarlamaya bence ihtiyaç yok” diyor. Onaylıyoruz. Krallara layık bir kahvaltı yapıyoruz. Herkes kendi hesabını ödemek için kasaya gidiyor. O dan ne! Bir kuş sütü eksik, dört dörtlük kahvaltıya sadece 10 TL ödüyoruz. Belediye Sosyal Tesisleri böyle bir şey demek. Ersan; “Böyle bir kahvaltıya memlekette en az 25 Tl öderdik” diyor. Zafer; “ Salihli küçük Paris oldu kardeşim, bizde her şey pahalı değil mi?! Ersan abi” diyor. Otobüsün durduğu araba park yerine geliyoruz. Boş yer kalmamış, yüzlerce araba var. İstanbullular her Pazar sabahı burada mı kahvaltı yapıyor ne? Şoför herkes yanındakini kontrol etsin uyarısını yapıyor. Atatürk havaalanın önünden E-5 karayoluna çıkıyoruz. Halkalı, Küçükçekmece, Avcılar derken Büyükçekmece’nin ordan Beylikdüzü’ne varıyoruz. Kulenin altındaki TÜYAP Fuar Tesisleri çok büyük bir alana sahip. “Intermob ve Ağaç İşleme Makinası Fuarı” için 12 hal ayarlanmış. Otobüsten indikten sonra toplu fotoğraf çektiriyoruz. Herkes cipli giriş kartlarını boynuna takıyor. Bu arda Şerif bey yemek fişlerimizi dağıtıyor. Ve: - “ Yemek saat 12.00-13.30 arası. Unutmayın...Fuardan sonra Eminönü’ne gideceğiz. Hareket tam 17.00 de. Otobüs 11. halin çıkışında ki parkta. Galataköprüsüne vardıktan sonra saat 22.00 e kadar herkes serbest, İstanbul’u gezebilir, akarabalarını ziyaret edebilir, hatta Fenerbahçe-Trabzonspor maçına da (0-0) gidebilirsiniz. Fenerbahçe nasıl olsa yenecek. Sonucu şimdi den belli olan kanaryanın maçına ben gitmeyeceğim. Arkadaşlar hareket saatinde burda olmayandan sorumlu değiliz. Fuara giriş 20 TL. Bilet gişelerinde uzun kuyruklar var. Bizler sıra beklemeden kartlarımızı turnikelerdeki dijital aygıtlara okutarak içeri giriyoruz. İçeri giren herkes standların arasında çil yavrusu gibi dağılıyor. Standlardaki firmaların mallarına bakıyoruz. Simge Mutfak yetkilisi Zafer Bozkurt; CNC makinasi, toz emme makinası, dikey kesim makinası ve kenar yapıştırma makinası satın alıyor. Bir fuar yetkilisi; TÜYAP İstanbul’un en büyük fuarlarından birisi. Bu yılki Mobilya Fuarına 12 salonda 30’un üzerinde ülkeden gelen 900’e yakın firma ve firma temsilcileri katıldığını. 9 Ekim Çarşamba gününe kadar sürecek olan fuara 100’e yakın ülkeden 65.000’in üzerinde ziyaretçi beklediklerini söylüyor. Foto: 077 FUAR KAZIĞI (Burası İstanbul... İstanbul!) Saat 12.30 oldu. Acıktık, yemek için yürüyen merdivenle 2. kata çıkıyoruz. Restaurant U şeklinde, çok büyük. Üç yerde yemek alma kuyruğu var. Biz en kısa olananın doğru yürüyoruz. Girişte görevliler yemek fişlerimizi alıyor. Bir kaç kişi kapıda bekliyor, onları içeri almıyorlar. Çünkü davetli değiller, rezarvasyonları yapılmamış anlayacağınız yemek fişleri yok. İçerdeki kafeteryalara, lokantalara gidebilirsiniz diyor kapıdaki görevliler.Yemekten sonra aşağı iniyoruz, biz de kaferyanın birine gidip oturuyoruz. Ersan; “Çay, kahve ne içelim?” diyor. - “Ben alırım!” Diyorum. - “O zaman benimki maden suyu olsun. enişte” Sıraya giriyorum. Önümde en az 15 kişi var. Sıra bana geliyor “Lütfen 2 madem suyu” diyorum. Kasadaki kız “ 8 TL” diyor. Hı... gözlerim fal taşı gibi açılıyor. Her tarafta maden suları 50 kuruşa satılıyor, fuarda ise 4 TL. Sivriltilmiş kazık bir tarafıma batıyor. Bozuluyorum ama çaktırmadan sessizce ödüyorum. Durumu Ersan’a anlatıyorum. Gülüyor. - “Burası İstanbul... İstanbul!” diyor. Saat beşe on kala otobüsün yanına geliyoruz. Otobüste 16 kişiyiz. Diğerleri erkenden metroya veya otobüse binip İstanbul’a gitmiş bile. Her zaman fuarlara katıldıkları için standlarda işleri bitince şehrin merkezine iniyorlarmış. Otobüsün Eminönü’ndeki park ettiği yeri bildikleri için de hareket saatinden on dakika önce gelip yerlerini alıyorlarmış. İstanbul metropol, trafik yavaş ilerliyor. Saat 18.00 de Eminönü’ne geliyoruz. Otobüsten inince bir taksiye atlayıp doğruca Taksim’e gidiyoruz. Taksinin ön koltuğuna oturuyorum, fotoğraf makinasıyla Unkapanı köprüsünün üzerinde balık tutanların fotoğraflarını çekmeye başlıyorum. Taksi şoförü; “İlk defa mı?” diyor. - Hayır, diyorum. İstanbul’a çok geldim. Hatta 1970 li yıllarda Beşiktaş’taki Güzel Sanatlar Akademisi’ne ön kayıt bile yaptırmıştım. Bak..! İnsanlar ne güzel sıra sıra dizilmişler. İlgimi çektikleri için fotoğraflıyorum. Akşamın kızıllığı çöküyor. Beyoğlu’nun dar sokaklarını dolaşıp Taksim meydanı yakınlarında taksiden iniyoruz.
Eskiden Çökelek Köyü eşraflarından, Ersan’ın babası Ertuğrul İzmirlioğlu’nun yanında çalışan ve 12 yıl önce Batman’dan İstanbul’a gelip yerleşen Cesim bizi karşılıyor. Hoş geldin, nasılsın muhabettinden sonra Ersan; “Bize İstanbul’u gezdirirsin artık, Cesim” diyor. - “Beyoğlu neresi, Galatakulesi neresi, Taksim neresi, İstiklal Caddesi neresi bir görelim bakalım?” - “ Gezi Parkından başlıyalım o halde” diyor, Cesim. Taksim meydanı önündeki turistik tramvayın önünde fotoğraf çektiriyoruz. Beyoğlu’nun daracık sokalarına girip çıkıyoruz, girip çıkıyoruz. En sonunda Yeşilçam sokağıdan geçip Melekler Kahvesine geliyoruz. Burası `Arkadaşımın` diyor. Kahve içince her odada kızlar fal bakıyor. Haber spikeri Ali Kırca buraya gelip fal baktırdı ondan sonra meşhur oldu. Şimdi burası dolup taşıyor. Meksika menüsü de çok meşhur yemeği burda yiyelim mi? Mahzen gibi bir yere iniyoruz. Yemekten sonra gelen kahvelerimizi içiyoruz. Cesim; “Kızları çağırayım mı? Fal baktıracak mısınız” diyor. Ersan; “Bırak kalsın... Bizim falık neyimiz kaldı” deyip teklifi geri çeviriyor. `Buranın sahibi Kayserili, hemde hoca` diyor. Sonra kitapta yazıyor. Son sözleri duyunca benim gözlerim ışıldıyor. - Bir tane de bize imzalar mı? - “Elbette!” diyor Cesim. Levent ÜNALAN ile tanışıyoruz. Benim çanta da bir tane kendi kitabım var onun `Jerusalem’ına` karşılık bende `Ölüm Teğet Geçti` isimli öykü kitabımın imzalıyorum. Edebiyat sohbeti bitince oradan ayrılıp Cihangir’e ordan da Alman Hastanesine sonra da Galatasaray Lisesi’ne gidip fotoğraf çektiriyoruz. İstiklal caddesini boydan boya geçip Galatakulesi’ne geliyoruz. Burda Cesim bizden ayrılıyor. Ersan’la Yüksek Kaldırım Sokağından aşağı inip Galata Köprüsüne geliyoruz. Köprünün altındaki balıkçı lokantalarını geziyoruz. Saat ona çeyrek kala otobüsün yanına geliyoruz. Diğerleride yavaş yavaş toplanıyor. Tam saatinde hareket ediyoruz. Boğaziçi Köprüsünden geçip Pendik iskelesine geliyoruz. Karşıya geçmek için otobüs araba vapuruna binince herkes uyumaya başlıyor. Pazartesi sabahı saat 07.30 da Salihli’de gözlerimizi açıyoruz. |
|