|
Emine Uysal (İksir)
İKSİR 21 Mart 2015 10: 13 O gün öğlen yemeğini yemek için, elini yıkayan soluğu mutfakta almıştı. Güllü, eline kepçesini alıp, gelenlere yemek vermeye başlamıştı. İşçilerin arasında, Hatice diye biri vardı ki, demeyin gitsin... Aldığı her yemeği, didik didik deşeler, içersinden mutlaka bir şeyler bulup çıkarır ve yemeği bırakıp çay-ekmeğe talim ederdi. O gün yine, pirinç pilavını didikleyip, içersinde (güya sözüm ona) bir şey bulmuş ve yemeği öylece bırakmıştı. Güllü, tezgâhının başında, karşıdan izliyordu Hatice’yi. Hatice, pilavın içinde her ne bulduysa hemen onu kenara koydu. Yüzünü buruşturup tabağı kenara itti. Güllü, iyice sinir olmuştu. “Her gün bir şey bulmak zorunda mısın be Allah’ın belası kız!” diye söylendi içinden ve elinde kepçesiyle Hatice’nin yanına yürüdü. Kaşlarını çatıp elini beline koyarak; “Yine ne buldun bakalım sümsük kız?”diye sordu hiddetle. Hatice tabağın kenarına koyduğu şeye doğru yüzünü buruşturarak baktı “İşte orada duruyor.”dedi. Güllü, Hatice’nin tabağındaki pirinçleri eliyle alıp; “O senin kadar oluncaya dek, sen dağ kadar olursun! Şu pirinçleri piştikten sonra ayıklayacağına, pişmeden ayıklasan da bir faydan olsa bari!” diyerek pirinçleri ağzına attı. Hatice, şaşkın şaşkın Güllü’ye bakıp: ”Güllü’ye bakın! Güllü’ye bakın!”diye bağırmaya başladı. Mutfakta bulunanlar hep birden dönüp baktılar ama mutfakta Güllü’nün yerine yirmi yaşlarında siyah saçlı, ışıltılı gözlü, zayıf bir genç kız oturuyordu. Hatice: “Güllü bu! Güllü bu! Benim tabağımdaki pilavdan yiyince böyle gençleşti birden!” diye avaz avaz bağırırken, bir yandan da tabağında az önce beğenmediği pirinçleri avuç avuç yemeye başladı. Yan masada oturanlardan Önder Bey, koca göbeğini sallaya sallaya koşup Hatice’nin elindeki tabağı çekmeye başladı. Tabak, Hatice ile Önder arasında pay edilemeyince ellerinden kayıp mutfak fayanslarında parçalandı. Etrafa saçılan pilavı yetişen kapıyordu. Bu manzara, Güllü’nün çok tuhafına gitmişti. Mutfaktaki insanları, yem atılmış tavuklara benzetiyordu. Bir tane pirinç kapabilmek için birbirlerini çiğniyorlardı adeta. Şamatayı duyan patron, soluğu mutfakta alınca gördüğü manzara karşısında hayrete düştü. Neler olduğunu sorduğunda Hatice, dilinin döndüğünce anlatmaya çalıştı. Güllü’yü işaret ederek: “Bu Güllü! Bu Güllü!” diye bağırdı. “Ne? Nasıl yaniiii?” diyen patron şaşkınlığını gizleyememişti. Hatice, hem yerlerdeki pirinçleri topluyor, hem şahit olduğu olayı anlatmaya çalışıyordu. Sonunda pirinç pilavından Güllü’nün gençleştiğini öğrenen patron, pirinç çuvalını kaptığı gibi ofisine götürmüş ve o pirinçten, hiç yıkatmadan pilav yaptırıp yemişti. Olay kısa zamanda yerel basın ve ulusal basında duyulunca Güllü, gazeteci ordusu tarafından takibe alınmıştı. Güllü, artık işi bırakmış, magazin gazetecileri tarafından her gün farklı kanallarda canlı yayınlara çıkartılıyor, gençlik iksirine nasıl kavuştuğunu anlatıyordu. O gün yine büyük bir basın toplantısına çağrılmıştı. Flaşlar art arda patlayınca gözleri rahatsız olan Güllü: “Şu flaşları patlatıp durmayın! Gözlerimi alıyorrr!”diye bağırmaya başladı. -… “Patlatmayın diyorum sizeee!” “Hangi flaş anne? Işığı bile kapattım; bilgisayarın ışığıyla idare ediyorum. Ağız tadıyla bir okey oynatmadın ya, kâbus mu görüyorsun ne, durmadan flaşları kapatın diye bağırıp duruyorsun.”diyen kızının sesiyle kendine gelen Güllü, yatağından doğrulup, etrafına bakındı. Evde ve yatağındaydı. Sonra, ellerine baktı… Buruş buruştu. Yaşlıydı. Kızına döndü: “İnsana bir uyku bile uyutmuyorsunuz!” diye bağırdı. Yazar-Şair Emine UYSAL |
|