ZİĞANA DAĞLARININ ZİRVESİNDEN BELÇİKA, ALMANYA ORADAN DA HOLLANDA DÜZLÜĞÜNE YAPILAN BİR GÖÇÜN HİKÂYESİ..! KEMAL YALÇIN
Avrupa’ya çalışmaya gelen ve birinci nesil dediğimiz; dedelerimiz, ninelerimiz artık bizi teker teker terk ediyorlar…
Bu kıymetli hazinelerimizin değerlerini hayatteyken pek anlayamıyoruz. Ne zaman ki elimizden uçup gidiyorlar o zaman ‘ eyvah…!’ diyoruz ama iş işten geçiyor.
Kemal Yalçın kimdir? Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
16 Mayıs 1938 tarihinde Gümüşhane’nin Torul ilçesinin Köprübaşı Mahallesinde dünyaya geldim. Çocukluğum Trabzon Gümüşhane sınırında yer alan ve Ziğana dağlarının doğal bir anfiyi andıran 1800 metre yüksekliğindeki rakımında geçti. Evimiz eski Trabzon Erzurum karayolu üzerindeydi. Buraya tarihi ‘ipek yolu’ denir. Trabzon’dan Íran’a yük taşıyan kamyon katarlarını seyrederek büyüdüm. Ailenin beş çocuğundan üçüncüsüyüm. Yedi yaşında okula başladım. Ílkokulu Torul’da okudum. Mahallemiz şehir merkezine 3 km mesafedeydi. Kış aylarında adam boyu kar yağardı. Çoğu zaman dağın eteğinden, okula kızakla kayarak giderdik. Okulu bitirdikten sonra okumadım ve kendi toprağımızda çalışmaya başladım. Ormandan odun kestim, bunları satarak aile bütçesine katkıda bulundum.
Onbeş yaşında mevsimlik işçi olarak T.C. Karayollarında 120 kuruş yövmiye ile çalışmaya başladım.
Mart 1958’de Ístanbul-Hadımköy’e askere gittim. Uçak savar taburunda 2 sene şoförlük yaptım. 1960 yılında terhis olduktan 1 ay sonra ihtilal oldu. Türkiye’de işler karıştı, geçim sıkıntısı başladı. Torul küçük yer, iş sahası dar bende Trabzon’a gittim. Burada çeşitli işlerde çalıştım. Bazı arkadaşların tavsiyesiyle maden işçisi olarak yurtdışına gitmek için Íş ve Íşçi Bulma Kurumuna kayıt oldum.
Avrupa’ya kaç yılında ve nasıl geldiniz? Detaylı olarak anlatır mısınız?
1964 yılında Belçika’ya davetiyem çıktı. Ankara’ya gittim ve orada 15 gün boyunca sağlık muayenesinden geçtim. Bazı arkadaşları çürüğe ayırdılar. Bana; “ Tamam sen seçildin ilk kafileyle Belçika’ya gideceksin ” dediler. Bir grup arkadaşla birlikte 25 ağustos 1964’de uçakla Belçika’nın Brüksel-Zaventem havalanına geldik. Bizi beş kişilik bir heyet karşıladı. Daha sonra da Brüksel’den alıp Liège şehrine götürdüler. Bir pansiyona yerleştirdiler. Bir hafta sonra hiç görmediğim ve bilmediğim maden işine başladım. 900 metre yerin altında çalışıyordum. Gecelerin karanlığı yetmiyormuş gibi gündüzleri de zifiri karanlıkta çalışıyordum. Yerin altında içim daralıyordu. Ziğana’nın yaylalarını, bol oksijenli havasını özlüyordum. Orada çalışamayacağımı anlayınca başka bir iş aramaya başladım. Hollanda’nın Utrecht şehrinde teyzemin oğlu vardı. 5 mart 1965’de onun yanına gittim ve oradaki Sola fabrikasında çalışmaya başladım. Íki ay orada çalıştıktan sonra teyzemin oğlunun çalıştığı demir-çelik fabrikası Demka’ya işe girdim. Onbir ay çalıştıktan sonra Türkiye’ye izine gittim. Üç ay Türkiye’de kaldım. Geri Utrecht’e döndükten sonra beni tekrar o fabrikaya almadılar bende Almanya’ya gittim. Bir hemşerimin yardımıyla Frankfurt şehrine yakın olan bir demir-çelik döküm fabrikasında işe başladım. Altı aydan fazla burda çalıştım. Çok uğraşmama rağmen Almanya’da oturma ve çalışma izini alamadım. Bende tekrar Hollanda’ya döndüm ve Rotterdam’a geldim. Gelir gelmez yağlıboya fabrikası Tollens’te işe başladım. 23 ay bu fabrikada çalıştıktan sonra bu işten de ayrıldım. 1968’de Charlois semtindeki kağıt fabrikası Catsnaparova girdim. 1990 yılına kadar burada çalıştım. Fabrika her türlü ambalaj ve kese kağıdı üretiyordu. Íşler çok ağırdı. Bir makinada iki kişi çalışıyorduk. Derken bende kalça kemiği erimesi başladı ve malülen emekliye ayrıldım.
Avrupa’ya gelmeden önce Türkiye’de neler yaptınız, nelerle karşılaştınız ?
Kaldığımız yer dağlık arazi olduğu için iş sahası yoktu. Ormancılıkla uğraşırdık, bir kaç ineğimiz biraz da keçimiz vardı. Dağda ise yaban domuzu ve ayılar yaşardı. Bir gün keçi sürüsünü yayladan indiriyordum arkamda bir hışırtı duydum. Dönüp baktım ki ne göreyim benim iki büyüklüğümde bir boz ayı çalıların arasından bana bakmıyor mu ? Ílk önce tabanları yağlamayı düşündüm, sonra ne kadar kaçarsam kaçayım bu dağ başında beni yakalar dedim. Korktuğumu belli etmiyeyim, ben onu korkudayım dedim. Usulca eşeğin heybesinden tüfeği aldım ve havaya iki el ateş ettim. Ayının dağın zirvesine doğru bir kaçışı vardı ki görmeliydiniz.
“ Olan sakar düveye oldu.” Çocukluk aşkı ya… buluğ çağına ermiş, sakalı yeni terleyen 17 sinde bir gencim. Mahallede bir kız var. Ben gelip geçerken kız camdan bakar, bende bıyıklarımı biryantilerim, saçlarımı akşamdan limon suyuna yatırır, sevgilimin evinin önünde volta atardım. Camdaki kızın ümit veren bakışları, kalp çarpıntılarım için yeterde artardı bile. Mahalle kahvehanesine kadar kasım, kasım kasılarak yürürdüm. Rahmetli annem baktı ki bu işten kurtuluş yok, evdeki sakar düveyi 80 liraya sattı ve beni gurbete çalışmaya gönderdi. Önce Samsun’a gittim orada iş bulamadım sonra Malatya’ya geçtim. Burada hızarcı olarak odun kestim ve daha bir kaç yerde vasıfsız işçi olarak çalıştım. Düzenli bir iş yok, derken annemin verdiği parada suyunu çekti, altı ay sonra geri dönüp geldim. Bir de öğrendim ki kız evlenip, gelin gitmiş.
Hollanda’ya gelince neler dikkatinizi çekti? Karşılaştığınız ilk sorunlar neler oldu?
Hollanda’ya ilk geldiğimde dikkatimi çeken yeldeğirmenleri ve tuğla fabrikaları oldu. Yoldan geçerken bakıyordum. Her tarafta yeldeğirmenleri var. Bu insanlar buğdaylarını burda öğütüyorlar herhalde diyordum. Tabi… Hollandaca bilmediğimden kimseye bir şey de soramıyordum. Derken bir hafta sonu, çalıştığım fabrika bizi Kinderdijk’deki (Alblasserdam) açık hava yeldeğirmenleri müzesine götürdü. Saydım 19 tane yeldeğirmeni yan yana duruyordu. Kendi kendime, burada un öğütmüyorlar başka bir şey için kurulmuş bunlar dedim. Yıllar sonra öğrendim ki Hollanda’daki bataklıkları kurutmak ve su ile mücadele etmek için yapmışlar.
Burda tek sorun dil idi. Hollandaca bilmediğimiz için el-kol, kaş-göz mimik hareketleriyle derdimizi anlatmaya çalışıyorduk. Alışverişe gittiğimizde örneğin ‘yumurta’ alacağız, başlıyordu arkadaşlar tavuk gibi gıd gıd gıdaaak diye gıdaklamaya ama Hollandalılar bize şaşkın şaşkın bakıp gülüyordu. Zamanla öğrendik ki burada gıd… gıdak yerine tok… tok diyorlarmış.
İlk zamanlar Türkiye ile kontağınız nasıldı ? Ne ile izine gidip gelirdiniz ?
Hısım, akrabalarımızla mektuplaşırdık. Mektuplarda iki aydan önce gidip gelmezdi. Sadece kısa dalga radyo vardı, onunun sayesinde Türkiye’de olup bitenlerden haberdar oluyorduk. Türkiye’ye izine arabayla gidiyorduk. Yollar iyi değildi. Lisan bilmiyorduk, yollarda çok zahmet çekiyorduk. Yugoslavya’da polis sürekli ceza yazıyordu. Bulgaristan’ı sormaya gerek yok, rüşvetsiz şurdan şuraya adım atamıyorduk. Yol üzerinde ‘KAT’ denen kontrol noktaları vardı. Yavaş da gitsen hızlı da gitsen, suçun olsa da olmasa da mutlaka durduruyorlardı. Bir paket Marlbora sigarası veya 10 Alman Mark’ı vermeden salı vermezlerdi.
Geldiğiniz ilk yıllarda sosyal-kültürel yaşam nasıldı ? İlk Türk cemiyetleri ve camileri nasıl kuruldu ?
Ílk geldiğimizde Hollanda’nın kültüründen haberimiz yoktu, sadece işe gidip geliyorduk. Devlet sosyal, kültürel ve dini açıdan hiç bir tedbir almamıştı. Büyük bir boşluk içerisindeydik. Sonradan insanlar örgütlenmeye başladı. Ílk olarak Rotterdam’da “Beş Numara” diye bir camii kuruldu. Yıllar geçtikçe camii ve cemiyetler çoğaldı ve içinden çıkılmaz bir hâl aldı.
Ne zaman aile birleşimi yaptınız ? Çocuklarınızla kuşak çatışması yaşadınız mı ?
1970 yılında Hollanda’dan dönemeyeceğimi anlayınca ailemi Türkiye’den alıp buraya getirdim. Ailesini ilk buraya getirenlerden biriyim. Beş çocuk babasıyım. Çocuklarımın hepsi Yüksek Okul (HBO) mezunu. Çocuklarımla ve torunlarımla herhangi bir kuşak çatışması yaşamadım. Ben çocuklarıma Türkçe’yi öğrettim, onlarda bana Hollandaca’yı öğrettiler.
Avrupa’ya gelirken beklentileriniz vardı, bunları gerçekleştirebildiniz mi ? Burada mı kalacaksınız ? Türkiye’ye mi döneceksiniz ?
Buraya gelirken düşüncem 10.000 Türk Lirası kazanıp Türkiye’ye geri dönmekti. Bir türlü 10.000 Türk Lirasını biriktiremedim…. Anlayacağınız artık, Türk toplumu olarak burada gidici değil kalıcıyız.
Şu an ne yapıyorsunuz ? Bundan sonra ki yaşamınız için ne düşünüyorsunuz ?
Şuan emekliyim. Günlerim kitap okumakla, televizyon izlemekle, gezmekle ve torunlarımla oynamakla geçiyor. Herhangi bir sorunum yok, rahat bir hayat yaşıyorum. Kışları burada, yazları Türkiye’de kalıyorum.
Sayın Yalçın günümüz gençlerine neler önerirsiniz ?
Gençlere önereceğim şey: Okusunlar, okusunlar..! Ve iyi bir meslek sahibi olsunlar. Hollanda’da yönetici olmaya çalışınlar. Kısacası zamanlarını iyi değerlendirsinler.
Röportaj : Mustafa Toga / 2008
....................................................................
Kadın Dergisi :
Hollanda'da Aylık Yayımlanan Tek Türkçe Kadın Dergisi