Bu kıymetli hazinelerimizin değerlerini hayatteyken pek anlayamıyoruz. Ne zaman ki elimizden uçup gidiyorlar o zaman ‘ eyvah…!’ diyoruz ama iş işten geçiyor.
İsmet Deringöl kimdir? Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Adana’nın Kadirli ilçesi Çukurköprϋ köyϋne baglı İplikçiler yurt yerinde 01.02.1947 tarihinde doğdum. Sekiz kardeşin üçüncüsüyüm. Aşağıçiyanlı ile Çukurköprϋ arasında bulunan ve Anavarza Kalesine sırtını dayamış çiftlikte üç amcam, kuzenlerim ve biz oturuyorduk. Babam sϋlâlenin en bϋyϋğϋ olduğundan her sabah gϋneş doğmadan amcalarım bizim evde toplanır iş bölϋmϋ yaparlardı. Haftada iki gϋn ağbeyimle ben inekleri Sumbas ırmağının kenarına götϋrϋr, diğer gϋnlerde amcalarımın oğlanları götϋrϋp otatırdı. Anlayacağınız çiftlikte ağa da bizdik maraba da, çoban da. Toroslar’dan Akdeniz’e uzanan bereketli Çukurova topraklarında gϋnde 12 saat çalışırdık. Yazın 45 derece sıcak olurdu. Çatır çatır yakan sarı sıcak altında tarla sϋrerdik, susuzluktan dilimiz damağımız kururdu. Ílkokulu bitirdikten sonra babam çok ısrar etti okumam için ama ben okumadım. Bir gün babam beni karşısına aldı – “ Bak..! oğlum ” dedi. “ Çiftimiz, çubuğumuz, tarlamız var diye güvenme, insanoğlu bu ne oldum dememeli ne olacağım demeli. Madem okumuyorsun o zaman seni bir kaynakçı yanına çırak vereyim altın bileziğin olsun.” Sonra babam beni Kadirli’ye götürdü. Bir demirci dükkanında sekiz sene çalıştım. Yaz mevsimi gelince sanayide işler az olurdu bende babamların yanına, köye gelir onlara yardım ederdim. Her sabah annem erkenden kalkar bize sıcak sıcak ekmek pişirir, içerisine taze tereyağı sürüp yedirmeden tarlaya göndermezdi. Köyde annemin tereyağlı ekmeğini, şehirde ise acılı Adana kebabını yemeyi çok seviyordum. Derken celp kağıdım geldi askere gittim. Askere gitmeden önce ustam beni de yurtdışına gitmek için Adana İş ve İşçi Bulma Kurumuna yazdırmıştı.
Avrupa’ya kaç yılında ve nasıl geldiniz? Detaylı olarak anlatır mısınız?
Askerden dönϋnce yine sanayideki işime başladım. Bir gün ustam elinde bir zarfla yanıma geldi. “ İsmet, gözün aydın Hollanda’ya isteğin çıktı ” dedi. “ Ya… sen usta..! ” dedim. “ Kısmet ” dedi. Ben buna çok üzüldüm ama elden ne gelir ki. Bir sonbahar akşamı Adana’dan 22 kişi otobüsle Ankara’ya imtahan gittik. Orada bir sürü testen geçirildik. Hepimizde sağlam raporu aldık. Kasım 1969 da Ankara Esenboğa Hava alanından uçakla Amsterdam Schiphol'a geldik. Bizi bir tercümanla iki Hollanda’lı karşıladı. Bir otobüse bindirip Rotterdam’a getirdiler ve bir pansiyona yerleştirdiler. Bredenoordbrug köprüsünün yanındaki Keller denen küçük bir gemi tersanesinde işe başladım. Bir buçuk yıl burada kaynakçı olarak çalıştım. Daha sonra burdan ayrılıp Verolma gemi fabrikasına girdim. 12,5 yılda burada çalıştıktan sonra R’dam Droogdok firmasına geçtim ve 7 yılda orada çalıştım. Bu sırada mesleğimi geliştirmek için boş durmayıp akşamları teknik kurslara katıldım. Straal kaynak da dahil olmak üzere kaynakçılık üzerine 12 sertifika aldım. 5 yıldan fazlada van Harken isimli taşron firmada çalıştım.
Avrupa’ya gelmeden önce Türkiye’de nelerle karşılaştınız ? İlginç bir olayı anlatır mısınız?
Askerde Ankara Tandoğan’da ki Askeri Gazinoda görevliydim. Bir gün orada bulunan orta yaşlı bir beyefendi ‘ Nereli ’ olduğu mu sordu? – Kadirli Çukurköprü’den olduğumu söyleyince. - O köprüyü yapan mühendis benim. Nasıl halk menmun mu? Dedi. “ Hergün üç posta sana küfür ediyorlar ” dedim. Ağzı açık kaldı… birşey söylemeden hemen yanımdan uzaklaştı. Neden mi? Çukurköprü; Adana - Osmaniye illerini ikiye ayıran noktadadır. Ceyhan, Kozan, Sumbas ve Kadirli ilçelerinin denge noktası konumundaki merkezi bir köydür. Bu civardaki neredeyse her köye gitmek için buradan geçilir. TMO siloları buradadır ve hasat zamanı yol kenarlarında milyarlarca tahıl kamyonunu park etmiş vaziyette görürsünüz. Çukurköprü köyünün resmi adı Naşidiye ama bir kaç devlet memurundan başka kimse bilmez. Haritada bile burası Çukurköprü diye geçer. Sumbas ırmağı köyü ikiye böler. Köprü ise tam bu noktaya yapılmıştır. Köprünün batısında kalan evler Kozan ilçesine bağlıdır, doğusundakiler ise Kadirli’ye. Hatta Adana ve Osmaniye Valileri bir ilden diğerine geçerken bu köprü üzerinde durup arabalarının forslarını değiştiriler. Bu kadar stratejik bir önemi olan bu köprü ne hikmetse yükseltilmeden, su seviyesinde inşa edilmiştir. Yazın köprüden geçerken hiçbir sorun yok ama kışın, özellikle de bahar aylarında Toroslar’daki karların erimesiyle Sumbas nehri taşar, o bulanık suların arasında köprü görülmez. Köyün bu yarısı karşıya, öbür yarısı bu tarafa geçmek için günlerce suların çekilmesini beklerler. Jandarma gece gündüz nöbet tutar kimseyi köprüye yaklaştırmaz. Adana burnunuzun ucundadır ( 75 km ) ama geçemezsiniz çünkü köprü kapalıdır. Mecburen Osmaniye üzerinden dolaşmak zorundasınız. 75 km yol size olur 180 km .
Hollanda’ya ilk geldiğimde dikkatimi çeken lâleler, yeldeğirmenleri ve bisikletler oldu. Bakıyordum, genci yaşlısı herkes bisiklete biniyordu. Otobanların dışında tüm ana ve tali yolların kenarına bisiklet yolları yapılmıştı. Hatta bisikletler için özel park alanları vardı. Bir gün Rotterdam Tren İstasyonunun yanında duran bisikletleri saydım, tam dokuzyüzyirmiüç taneydi. Karşılaştığım sorunlara gelince. Aklımda kalan bir iki tanesini anlatayım. Tϋrkiye’de araba kullanmasını biliyordum ama Hollanda’da daha ehliyetim yoktu. Serde gençlik var o zaman, dururmuyum hemen Toyota marka bir araba satın aldım. Bir akşam arabayla misafirliğe gidiyorum. Tam varacağımız yere yaklaştım bir de ne göreyim polisler arabaları durdurmuş kontrol etmiyorlar mı. Ben den önce hanım ve çocuklar “ Polisler ” diye bağrıştılar. Ehliyet yok, ne yapmalı ne etmeli. Hani ne derler; ‘ Türkün aklı ya …. Ya kaçarken gelir.’ Ben de kontrol noktasına yaklaşınca arabayı sağdaki park yerine çektim. Çoluk çocuk arabadan inip polislerin önünden yürüyerek geçip gittik. Bu olaydan sonra hemen ehliyet aldım. Neyse bir gün bir arkadaşımla birlikte işe gidiyordum bir araba gelip bana çarptı. Polis geldi, tutanak tutacak bende Hollandaca yok. Arkadaş biraz biliyor. Bu Auto… bize, botsen…Tatoloos.. (*) dedik, yarı Türkçe yarı Hollandaca. Polis memuru bana “ Heb je aanrijden gemaakt? ” (**) dedi. Ben arkadaşın gözüne baktım o da kafasını sallayıp “ ja… ja...” (***) dedi. Polisin verdiği kaza formϋlϋnϋ sigortama götürdüm. Büroda ki kız –“ Siz kaza yapışsınız ” dedi. ‘Hayır!’ dedim. ‘ O araba bize çarptı.’ –“ Beyefendi…! ama kazayı ben yaptım ” diye formülü doldurmuşsunuz. Meğer botsen demek gibi aanrijden de çarpmak demekmiş. Tabi biz lisan bilmediğimiz için hayır yerine evet demişiz.
İlk zamanlar Türkiye ile kontağınız nasıldı ? Nasıl Haberleşirdiniz ? Türkçe TV, Radyo, Gazete var mıydı ? Ne ile izine gidip gelirdiniz ?
Kontağımız mektupla idi. O zamanlar telefon tam gelişmemişti. Zaten postaneye gidip telefon etsek bile nereyi arayacaktık ? Çünkü köyde telefon yoktu. Mektuplar da en az bir buçuk ayda gidip gelirdi. Türkçe gazeteler sadece tren istasyonunda ki bayiye gelirdi, gidip ordan satın alırdık. Hollanda’da zaten iki TV kanalı vardı. Onlar da siyah beyaz ekrandı. Bazı arkadaşların Türkiye’yi çeken radyoları vardı. FM kanalından ‘ Türkiye’nin Sesi ’ni dinlerdik. İlk zamanlar hep arabayla gidip geldim şimdi ise uçakla yolculuk yapıyorum.
Geldiğiniz ilk yıllarda sosyal-kültürel yaşam nasıldı ? İlk Türk cemiyetleri ve camileri nasıl kuruldu ?
Bir boşluk içerisindeydik. Sosyal, kültürel ve dini açıdan hiçbir tedbir alınmamıştı. Cami yoktu, namazı pansiyonlarda kılardık. Bayram namazlarını DE DOELEN’unda (Sanat-Kültür Merkezi) kıldığımız oldu. Sonra Scheermlaan sokağında bir yer alındı, cami yapıldı. Bu caminin adı yoktu, kapı numarası 5 olduğu için halk arasında 5 numaralı cami denirdi. Namazlarımızı orada kılmaya başladık. Daha sonra Türkiye’den dini görevliler gelmeye başladı ve camilerde çoğaldı. Şimdi Rotterdam’a islamın sembolu sayılan çifte minareli Mevlana Cami yapıldı.
Neden size uluslararası kaynakçı diyorlar? Hangi ülkelerde çalıştınız? Diğerlerinden farkınız nelerdi?
Bu konuda biraz abartmışlar. Bende herkes gibi normal kaynakçı idim. Belki Türkiye'den kaynakçı olarak gelmemden veya her türlü kaynak sertifikam olmasından dolayı van Harken firmasıyla Vikinglerin vatanı Danimarka, Norveç, İsviçre gibi İskendinavya ülkelerine gidip çalıştım. Firma bu ülkelerden götürü iş alıyordu. Benim gibi dokuz on elemanınıda yanında götürüyordu. Bazen sekiz-dokuz ay Hollanda'ya hiç gelmediğimiz olurdu. İşin ilğinç yanı Hollanda'da iken Türkiye'yi özlüyordum. İskendinavya ülkelerindeyken ise Hollanda'yı. Demek ki " İnsanın doğduğu yer değil de doyduğu yer vatanı " deler doğruymuş. Yüksek tonajlı gemilerde yüzlerce işçiyle beraber çalışıyordum. Benimle giden meslektaşlarımın hepsi Hollandalıydı. Batı Avrupa ülkesinden olmalarına ramen onlarda kendilerini yabancı hissediyorlardı. Bana - " Türko... Sizlerin Hollanda'da neler hissetiğinizi şimdi çok iyi anlıyoruz " derlerdi. O insanlarla hâlâ kontağım var ve bizlere karşı çok hoş görülüler. -" Burda ki Türkleri eleştirmek doğru olmaz. Neden uyum sağlamadınız? diye sormak kolay ama entegrasyonu gerçekleştirmek öyle sözle anlatıldığı gibi kolay değil " diyorlar. Gönül ister ki tüm Hollandalılar da aynı fikirde olsunlar.
Ne zaman aile birleşimi yaptınız? Aile birleşiminde şimdiki gibi sorunlarla karşılaştınız mı?
Geldikten 9 ay sonra pansiyondan ayrılıp Kralingen semtinde bir ev kiraladım. Dört ay sonra da Türkiye’ye gidip akrabamız olan Gülseren hanımla evlendim. Hollanda’ya dönünce isteğini yaptım. 3 ay içerisinde eşimi getirdim. O zamanlar Konsolosluklara gidip vize filan alınmıyordu. Hollanda’ya gelince bir hafta sonra yabancılar polisine gidip 1 yıllık oturumunu aldık. Hanım da Gilda Şeker fabrikasına girdi orada 17 yıl çalıştı. Kaç çocuğunuz var? Çocuklarınızla-torunlarınızla kuşak çatışması yaşadınız mı? Şimdi ne yapıyorlar?
İki oğlan bir kız üç çocuğum var. Çocuklarım burada doğdukları için aramızda pek fazla kültür çatışması olmadı. Hem Türk kültüründen aldılar hem Hollanda. Çünkü evde Türkçe konuşuyorlardı sokakta Hollandaca. Daha sonra çocuklar ilkokulu bitirince Türkiye’de yatılı okula gönderdim. Yüksek tahsilerini tamamlayınca da geri dönmeyip Türkiye’ye yerleştiler.
Avrupa'ya gelirken beklentileriniz vardı, bunları gerçekleştirdiniz mi? Bundan sonra ki yaşamınız için ne düşünüyorsunuz? Burada mı kalacaksınız? Türkiye'ye mi döneceksiniz?
Bizleri ekonomik göç buralara sürükledi. Beklentileriniz vardı, bunları gerçekleştirdiniz mi? diye soruyorsunuz. Evet; İsteklerimin hepsini gerçekleştirdim diyebilirim. Bundan sonraki yaşamımı Türkiye'de sürdürmeyi düşünüyorum. Daha önce de belirtiğim gibi birkaç Hollandalı dostumun dışarısında hep ayrımcılığa uğruyorum. Şunu içtenlikle belirtmek istiyorum, Hollanda para birimi Euro'ya geçtikten sonra geçim zorlaştı. Anlayacağınız " Silah icat oldu mertlik bozuldu, Euro icat oldu geçim bozuldu." Birde Hollanda'daki siyasi belirsizlik insanın içerisini karartıyor. Çünkü Pim Fortuyn ve Theo van Gogh'un öldürülmesinden sonra Türk olmak otomatikman Müslüman olmak demek. Müslüman olmaksa kötü bir şey gibi. Herkes çamur atmaya başladı. Her şeyde Müslümanları suçlamaya başladılar. İnsanlarda sevgi yok, saygı yok, gittikçe birbirlerinden nefret etmeye başladılar. Sanki senelerden beri yutkunduklarını şimdi kusmaya başladılar. Bu da çok acı veriyor.
Sayın Deringöl, bu kadar tercübeden sonra günümüz gençlerine neler önerirsiniz?
Okusunlar… ! Yeni nesil üniversitelere gidip yüksek tahsil yapsınlar. Hollanda siyasetinde aktif olarak yer alsınlar. İçki, sigara, esrar gibi zararlı şeylerden uzak dursunlar. Bu ülkeye entegre olsunlar ama dillerinden, dinlerinden kısacası öz kültürlerinden taviz vermesinler. Anavatanlarıyla bağlarını koparmasınlar. Gençliklerinin kıymetini bilsinler, zamanlarını iyi değerlendirsinler.
Röportaj: Mustafa Toga /2008
Pers Foto: Gülseren Deringöl
(*) Otomobil, çarpışmak, hurda olmuş (**) Kazayı siz mi yaptınız? ........................................................................ Platform Dergisi : Hollanda Genelinde Dağıtım Yapılan, Aylık Türkçe Dergi.
Bugün 1009723 ziyaretçi (2659203 klik) kişi burdaydı!
“TogaMedya doğru, dürüst, şeffaf gazetecilik”
TÜRKİYE
<
Toga Medya Editörü / Wie is de editor van TogaMedya