AYRIK OTU ve SARMAŞIK İLE GÜNEBAKAN HİKÂYESİ
Makale: Doğu Kılıçoğlu / 1016
Bir bahçede yaşayan günebakan, güneşe âşıkmış. Her gün sabahı sabah eder, sevdiğinin yüzünü görmek için büyük özlem duyarmış. Güneş de ona aşıkmış. Ama uzaktan uzağaymış sevgileri, birbirlerine açılamadan, bakışmalarla duygularını ifade ediyorlarmış. Bu bile yetiyormuş onlara.
Güneş her sabah sevdiğini görmek için en mutlu, en parlak, en sıcak ışıklarını saçarmış. Günebakanın da sevgisi o kadar güçlüymüş ki, güneş ne tarafa gitse yüzünü o yöne çevirir, akşam güneş gittiğinde ise, büyük bir kederle başını öne eğer, tekrar sabahın olmasını beklermiş.
Tüm sevda hikâyelerinde bir arabozan olur ya? Aynı bahçede yaşayan sarmaşık da günebakana âşık olmuş. İçten içe onu seviyormuş, sevgisi o kadar büyükmüş ki, günebakanın başka bir yere bile bakmasına dayanamıyormuş. Onun güneşe olan tutkusu çıldırtıyor, kıskançlıktan çatlıyormuş. Onu kendime nasıl çevirebilirim düşüncesindeymiş. Sonunda onu sürekli kendime çevirebilirsem belki bana âşık olur, benden başkasını gözü görmez, güneşi göremezse onu unutur diyerek, her şeyi göze almış ve günebakanın vücuduna sımsıkı sarılmış.
Günebakan güneşe bakmak için çabaladıkça sarmaşık sımsıkı kollarıyla onu kendine çevirmiş. Zavallı günebakan ne yaparsa yapsın boşunaymış. Sarmaşık onu çok sıkıyormuş, derdini bir türlü anlatamamış, aslında güneşe aşık olduğunu, sarmaşığı sevmediğini söyleyememiş. Güneş de kahroluyormuş, ama o kadar uzaktaymış ki bir türlü sevdiğine yardım edemiyormuş.
Sarmaşık karşılıksız da olsa günebakana yakın olmanın, ona sarılabilmenin mutluluğunu yaşıyormuş. Ama onu ne kadar incittiğinin, ne kadar kederlere ittiğinin, ne kadar zayıflattığının farkında bile değilmiş.”Olsun, zamanla beni sever” diyormuş.
Bir sabah güneş doğmuş yine, ama günebakanın başı yere eğikmiş, saatler geçmiş, hala günebakan hareketsiz başı önündeymiş. Sarmaşık güçlü kollarıyla sarsmış onu, ama günebakan hareket etmiyormuş. Günlerdir sarmaşığın sımsıkı sarılı kolları, onu nefessiz bırakmış, bir şey yapamamanın çaresizliği, onun yaşama olan bağlılığını koparmış, hayattan zevk alamaz olmanın haliyle günebakan ölmüş.
Sarmaşık o zaman anlamış yaptığı yanlışlığı, onu çok sıktığını, aslında buna hiç hakkı olmadığını anlamış anlamasına ama iş işten geçmiş. Onu ebediyen kaybetmiş.
Eskiler der ki;
“Her zaman aramızda sarmaşıklar bulunur. Hiç hoşlanmadığımız halde bizi kendilerine zorla bağlamak isterler. Bizim onu istemediğimizi anlamaz ve bizleri sıkarlar. Bazı insanlar onu kırmamak için, onu istemediklerini söyleyemez, ama yaşadığı sıkıntıyı da içine atarlar, zararı kendilerine olur. Bazısı da direkt olarak söyler onu hiç sevmediğini,onun bu sıkma huyundan hoşlanmadığını,bu defa sarmaşık kırılır.”
Uzun lafın kısası her zaman güneş, günebakan ve sarmaşığın hikayesi yaşar ve yaşamaya devam eder, nesilden nesile anlatılır.
AYRIK OTUNUN HİKAYESİ
Makale: Anonim
Bahçelerde, tarlalarda yetiştirdiğimiz bitkilerimizin kenarlarında kolaylıkla görebileceğimiz ayrık otu istenmeyen bir ottur, kimi zaman ise tam bir şifa kaynağıdır.
“ Bir gün ayrık otu, çimenin (çim) kapısını çalmış .
“Darda kaldım, ne olur bir gece beni misafir al” demiş.
Çimen, ayrık otunun bu haline dayanamamış ve içeri almış.
Derken üç gün geçmiş ayrık otu gitmemiş. Bir hafta geçmiş, bir ay geçmiş ayrık yine gitmemiş.
Çimen bu durumdan rahatsız olmuş. “Ayrık efendi ne zaman gideceksin?” diye sormuş.
Ayrık, “Ben yerimden memnunum kimin canı sıkılıyorsa o çekip gitsin” demiş.
Bilmeyenler için ayrık otunu biraz anlatmaya çalışalım. Görsel olarak pek zararı olmayan bu ot dışta yeşil renge sahiptir. Toprağın içinde kökleri en başta bembeyaz süt gibidir. Bu beyaz görünüm sonra açık kahverengiye, sonra kahverengiye, en sonunda siyaha dönüşür.
Ayrık otu dünyanın her yerinde yetişir. Özellikle, çiftçiler bu ottan çok sıkıntı çekerler. Kişinin sevmediği ot burnunun dibinde biter misali bir çiftçi ne ekse ayrık otu orda biter. Siz gül dikersiniz ayrık otu hemen orda biter. Siz bir sebze ekersiniz ayrık otu ordadır. Meyvelerinizin köküne zarar verir. Sulandıkça canlanır, büyür gelişir.
Çok inatçı, güçlü bir yapısı vardır ayrık otunun. Günlerce susuz kalsa, sıcaktan kavrulsa bir gün toprağı bulsa oraya tutunur. Mesela şöyle anlatılır Çukurova’da, Torosların eteklerinde. “Ayrık otuz dokuz gün taşın üstünde kalmış, sonra bir rüzgar esmiş ve toprağa düşmüş.
Gülerek, “Bir gün daha kalsam ölecektim yav” demiş. Bu otu yok etmek için elvan türlü çalışmalar yapılsa da nafile. Zirai ilaçlar çözüm olamıyor bir türlü. İş en başta toprağa düşürmemekte bu otu.
Çimeni hepiniz tanırsınız. Zarif, narin. Süs bitkisidir nihayetinde. Sürekli bakıma muhtaç, sürekli beslenmek zorunda. Bütün çabalara rağmen, istediğiniz güzelliği sunmayabilir. İstemeden çimen yerine ayrık otunu besleyebilirsiniz.
“İyilik” ile “kötülük” de tıpkı çimen ve ayrık otu gibidir. İyilik için koşturur dururuz. Çalışır, çabalarız iyi bir şeyler yapmak için. Kötülükten kaçarız, istemeyiz birine kötülük etmek. Ancak, istemediğiniz bu şey yüreğimizde bir kere yer bulsa ayrık otu misali kök salar. Bir bakmışız ki biz onu besliyoruz.
Bu ayrık otunun hiç mi iyi yanı yok diyenlere. Var tabii ki . “Vücudu kuvvetlendirir ve kanı temizler. Özellikle ateşli hastalıklarda hastayı rahatlatıcı etkiye sahiptir. İdrar söktürücüdür. Böbrek iltihaplarını giderir. Böbreklerdeki ve mesanedeki kum ve taşları düşürmeye yardımcı olur. Prostata karşı koruyucudur. Ergenlik sivilceleri başta olmak üzere deri hastalıklarına karşı da faydalıdır…”