|
752-KARADENİZ GEZİSİ-2007
KARADENİZ GEZİSİ "Samsun-Trabzon-Zigana Dağları" Bu yılki gezimiz Karadeniz’e. Daha önce, yani1989 da RİZE’ye kadar gitmiştim ama ailecek ilk defa gideceğiz. Deniz tatilinden sıkılanlara, şehir hayatından bunalanlara ciğerlerinize bayram ettirecek havasına kendinizi bırakacağınız yeşilin binbir tonuyla insana yaşamı sevdiren bu Karadeniz yaylaları kesinlikle görülmeli diyoruz. Yol Hikayeleri: Mustafa TOGA // 3-13 Ağustos 2007 // Haber: 752 Saptık Mecitözü’ne, Yeşil ırmağı ve şehzadeler şehri AMASYA’yı görmek için. Amasya 50.000 bin kişilik küçük bir ilimiz, Yeşil ırmağın karşı tarafında eski Osmanlı evleri var. Kayalıkların eteklerine yapılmış. Suluova ilçesine yaklaştık yol kenarındaki tarlalarda çuval çuval soğanlar. Şunlardan bir tane satın alalım dedik ama arabada yer yok, dönüşe bıraktık. Geldik Merzifon’a, aklımıza Osmanlı Sadrazamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa geliyor. Bölgede tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış Merzifon’u geçip Samsun’un şirin ilçesi Havsa’ya geliyoruz. Burasını gözümde çok büyütmüşüm küçücük bir yermiş. Yol kenarına Pazar kurulmuş. Durup süpermarketten yiyecek içecek bir şeyler satın alıyoruz. Fırında etli etmek yaptırıp bir benzinliğin park alanında dinlenip, karnımızı bir güzel doyuruyoruz. SAMSUN’a yaklaşıyoruz bu arada doğa da değişmeye başlıyor. O, İç Anadolu’nun kıraç bozkırları yerini çam ağaçlarına devretmeye başlıyor. Tepeden aşağı iniyoruz Samsun limanı çarşaf gibi gözüküyor uzaktan, güneş ise ufuktan ıpıl ıpıl batıyor. Doğruca şehir merkezindeki Öğretmen Evi’ne sürüyoruz arabayı. Lahey Eğitim Müşavirliğinden almış olduğum öğretmen evi misafir kimlik kartımla indirimli konaklayabiliyoruz. Nerdeyse Saat 20:00 ye yaklaşıyor, yorgunluktan bitmişiz, hemen yatağa kendimizi atmak istiyoruz. Resepsiyondaki görevli –“Hocam sizin rezervasyon iptal edildi. Saat 18:00 kadar açık tutuyoruz ondan sonra başkalarına veriyoruz. Zemin katta bir boş oda var istersen orayı verebiliriz” Teşekkür edip oradan ayrılıp otel aramaya çıkıyoruz. Denize nazır Atatürk heykelinin karşısında yeni açılmış Amisos Otelini tavsiye ediyorlar. Parasına puluna bakmıyor 2 oda kiralıyoruz. Deliksiz bir uyku çekiyoruz. Sabah kahvaltısından sonra çarşıyı dolaşıyoruz. Samsun 19 Mayıs Stadyum’una, Atatürk’ün kurtuluş savaşını başlatmak iç Andolu’ya ilk adımını attığı Bandırma vapurunun iskelesine gidiyoruz. Zaman çok çabuk geçiyor. Öğleden önce hareket etmeliyiz çünkü Zigana dağlarına daha epeyce yolumuz var. Çarşamba ilçesi düz ovaya kurulmuş, ırmaklar, çaylar Karadeniz’e akıyor. Buradan sonra Karadeniz Sahil Otobanı başlıyor. Dağlar delinip tüneller yapılmış. Arabalar su gibi akıp gidiyor. Ünye’ye yaklaşıyoruz tabelada Ünye 7, Ordu 70, Trabzon 251 km yazıyor. Şehir merkezinde durup soğuk su alıyoruz. Karadeniz kıyısı da Akdeniz gibi bunaltıcı, nem oranı yüksek. Fatsa’yı geçtik ORDU’ya gireceğiz diye beklerken otoban şehrin kenarından geçip gidiyor. Ordu’nun yaylalarına baka baka Bulancak’a geliyoruz. Ormanların oksijenini içimize çekerken Ordu türküleri aklımıza geliyor. Kamil Sönmez ve Osman Yağmurdereli’yi rahmetle anarken Ümit Tokcan’a sağlıklı uzun ömürler diliyoruz. Yolun bir tarafı mavi deniz, öbürü yeşil dağlar derken fındık diyarı GİRESUN’a giriyoruz. Şehir çıkışında ki son benzinlikte biraz konaklıyor aynı zamanda arabamızı fulluyoruz. Hırçın Karadeniz kıyılara vura vura kumsal, plaj bırakmamış kıyılarda herhalde? Tabi kumsal olmayınca üstüne üstelik su da soğuk turizm patlamıyor Karadeniz’de. Tirebolu’ya gelince sahil yolundan ayrılıp Doğanşehir, Kürtün yoluna sapıyoruz. Yol gidiş geliş ama sakin. Gözünün alabildiğince fındık bahçeleri. Su kenarında durup dağarcığımızda ki yiyeceklerimi çıkartıyoruz. 2 minibüs dolusu düğüncü alayı geliyor. Minibüsten inenler hemen horon tepmeye başlıyorlar. Kadınlar eteklerinin altından birer tabanca çıkarıp erkeklere veriyorlar. Oynayanlar cayır cayır mermi yakmaya başlıyorlar. Ağzındaki sigarayı tüttüre tüttüre halay başı çeken 70 lik bir nineye nerden gelip nereye gittiklerini soruyoruz. -“Giresun’dan geliyoruz. Bayburt’a kız almaya gidiyoruz. Bu akşam kınamız var” diyor. Daha biz sofrayı toplamadan minibüslere binip gözden kayboluyorlar. Kürtün çayının kenarından ilerlerken yine bir tabela Kürtün 15, GÜMÜŞHANE 70 km yazıyor. Peki Torul o da 35 km olmalı. Neden Torul derseniz? Hollanda’dan aile dostumuz Kemal Yalçın amcalar burada oturuyorlar. Karadeniz’e gelip de onları görmeden gitmek olur mu? Akşam misafirleri oluyoruz. Öbür gün bize Zigana köyüne götürüyorlar, eski Trabzon-Erzurum yolunu gezdiriyorlar. Gümüşhane’nin yaylarına çıkıyoruz. Gülşen Hanım bir hafta bizdesiniz sizi otele motele salmayız diyor. Sümela Manastırını görmek için Maçka’ya gidiyoruz. 1702 metre uzunluğunda ki Zigana Tüneli 1820 metre gibi bir yüksekliğe yapılmış. Doğu illeri ile Karadeniz’i bir birine bağlıyor. Zigana Geçidinden biraz aşağı inince Hamsiköy’e geliyoruz. Kartpostal gibi yeşilliğin içerisinde bir köy ama hamsi mamsi, yok adı öyle. Kemal bey; “Mollaoğlu tesislerinde sütlaç yenmeden gidilmez. Burada çok meşhur!” diyor. Maçka’ya varıyoruz. Şehrin ortasından akan bir çayın kenarından bir yol bizi Sümela Manastırına götürüyor. Belli bir yere gelince yol bitiyor arabamızı park ediyoruz. Buradan sonrasını yaya tırmanacağız. Olmadı işte..! Zurnanın zırt dediği yer geldi. Çünkü kayınvalide 70 yaşında bu haliyle nasıl o patika yolları tırmanacak, üstelik sol dizinde platin var. Başlıyoruz Turizm Bakanlığını kalaylamaya. Koca devletin bütçesinde hiç mi para yok, buraya bir teleferik yaptıramıyor. Yaşlıların, hamilelerin Sümela Manastırını görmeye hakları yok mu? Biz İzmir’den yani 1350 km yoldan geldik. Bu kadar yolu dağın eteğine oturmak için mi? Sen ne dersen de Hoca bildiğini okuyor. Biz sadece sinirleniyoruz, tansiyonumuz çıkıyor, şekerimiz yükseliyor kimlerin umurunda. Neyse kayınvalideyi bir ağacın altında oturan grubun yanına bırakıp ağaç köklerine tutuna tutuna çıkıyoruz. Başı dumanlı Sümela Milli Parkında manzara güzel. İnsanoğlu nelere kadir, orta çağda hiçbir teknolojik ortam yokken dağın eteğine manastır yapmışlar. Buraya kadar olup biten kabul edilebilinir ama o dağın başına suyu nasıl getirmişler? Maçka’ya geri inip şırıl şırıl çayın kenarındaki bir lokantada Karadeniz’in o nefis balıklarından yiyoruz. Bu günkü programımız çevredeki yaylaları gezmek. Erzurum-Trabzon Eski Tarihi Yolunda dolaşıyoruz. Akşamüstü Köprübaşı Mahallesindeki bir kahvehaneye gelip oturuyoruz. Çayımızı yudumlarken “Torul’da iş sahası yok, gençlik şehri terk ediyor. Çalışmak için Trabzon’a İstanbul’a gidiyorlar” diyor Kemal amca. Eskiden burada kereste, tomruk fabrikaları vardı onlarda kapandı. Baraj yapılıyor bilmem belki bir faydası olur mu? Gümüşhane’de aynı durumda, buranın milletvekilleri hiç çalışmıyor diye dert yanıyor. Akşam yayla evinde serin serin yatıyoruz. Sabah kahvaltısını yapıp 93 km uzaklıkta ki Akçaabat’a gidiyoruz köfte yemeğe. Oradan Trabzon’a uğruyoruz. Şehirde bir sıcak, bir rutubet var ki sormayın, nefes alamıyoruz. Buradaki iklimin Antalya’dan hiçbir farkı yok. Aklıma Kozan-Kadirli fıkrası geliyor. Adana’da, Kadirlili ile yılanı bir çuvala koymuşlar. Yılan; “Kadirlili beni sokuyor, çabuk beni burdan çıkartın”diye bağırmaya başlamış. Çuvalın ağzını açmışlar. Yılan çuvaldan çıkmak için kafasını dışarı uzatınca bir bakmış ki karşıdan Kozan’lı gelmiyor mu? “Aman Kadirlili sana kurban olayım” deyip geri çuvala girmiş. Biz de Akdeniz’e gitmeyelim sıcak, üstelik rutubet çok fazla diye buralar kaçarken buralarda aynısı çıktı. En iyisi tekrar yaylalara çıkmak. |
|