|
642-DİYARDAN DİYARA “GÜNEY DOĞU ANADOLU” SALİHLİ’DEN SASON’A DOSTLUK KÖPRÜSÜ! Salihli’den; 13 Nisan 2015 Pazartesi akşamı otobüsle Adana’ya hareket ettim. Kula ve Uşak’ı geçince Afyonkarahisar’da yarım saat yemek ve ihtiyaç molası verdik. Uyumuşum..! Konya’yı görmeden geçmişiz. Sabahın ilk saatlerinde gözümü açtım ki Orta Torosların gölgesine sığınmış Pozantı’dayız. 900 km yolu ne çabuk gitmişiz ne çabuk Adana’ya varmışız pek anlayamadım. Adana’da 3 gün kaldıktan sonra 17 Nisan Cuma günü önce Tarsus’a sonra Mersin’e geçtim. Yol Hikayeleri: Makale// Mustafa Toga// 30 Nisan 2015// Haber: 642 Hem onun çalıştığı Yiğitler Köyü ilkokulunu ziyaret edelim hem de Güney Doğu Anadolu Bölgesini gezelim, görelim istedik. Önce Van’a uçakla gitmeyi düşündük oradan da otobüsle Sason’a ama Gaziantep’te ikamet eden kızları Sibel’e de uğrayacağımızdan bu plandan vaz geçtik. Ali, eşi Zübeyde Hanım ve ben arabayla gitmeye karar verdik. Erken kalkan yol alır misali sabah erkenden yollara düştük. GÜNEY DOĞU’YU OTOBANLAR, DUBLE YOLLAR SARMIŞ Marmara-Ege’de olduğu gibi yollar Doğu’da da su gibi akıp gidiyor. Adana’dan ŞanlıUrfa çıkışına kadar otoban, Diyarbakır Batman arası ise çift şeritli duble yol. Mersin-Adana arası paralı otoban. Adana’dan Fırat Nehrinin oradaki gişelere kadar otobandan para alınmıyor sonra tekrardan Urfa’nın çıkışına kadar paralı karayolu başlıyor. Yılankale-Ceyhan (Batı) kavşağına geliyoruz, Kadirli’ye çıkışı buradan veriliyor. Neden Kadirli derseniz babaocağı’da ondan. Tabi biz burdan ayrılmadık yola devam önce Ceyhan-Yumurtalık-Ayas çıkışı ardından Osmaniye 45 km-Gaziantep 178 km-Antakya 138 km tabelası geldi. Otobanın etrafı ise sağlı sollu yeni ekilmiş ve dört parmak boyuna ulaşmış mısır ve de diz boyunu aşmış ekin/bugday-arpa tarlaları. Sol tarafta meşhur Yılan Kalesi. 1993 yılında Türkan Şorya “Şahmaran” filmini burada çevirdi. Osmaniye’yi geçiyoruz dağlar başlıyor. Ladin çam ormanlarıyla kaplı bir yeşillik sarıyor etrafımızı. Tepelerde başka yeşil ağaçlarda görüyoruz. Bunlar zeytinlikler. Son 10-15 yıldır ekilmiş ya da daha taze zeytin fidanları sarmış dağları. Ne güzel! İnsanlar susuz, kır tepelere zeytin ekmişler hem yağlık-sofralık zeytin yetiştiriyorlar hem doğayı ağaçlandırıyorlar. Eskiden Gevur dağlarını küçücük dar bir yolla aşardık. Tek gidiş geliş olan yoldan kıvrıla kıvrıla zirveye çıkar daha sonra Nurdağlarından aşağı doğru sarkardık Maraş’a-Antep’e gitmek için. Şimdi ise Viyadük ve Tünellerden geçip bir solukta Nurdağ (Kömürler) Kahramanmaraş çıkışına ulaşıyoruz. Tabelasında Rakım 843, Nüfus 1.121.000 yazan Gaziantep’in Sanayi siteleri arasından geçiyoruz. Şehrin göbeğinden fırlayan gökdelenler uzaktan görülüyor. Antep’in şehir merkezine girmiyoruz çünkü dönüşte uğrayacağız. Nizip’i geçtikten sonra karşımıza Birecik 27 km– Şanlıurfa 109 km– Diyarbakır 264 km yazan tabela çıkıyor ardından 1197 m viyadükle üzerinden geçtiğimiz Fırat Nehri. Fırat’ın her iki yakasında Suriye’deki iç savaştan kaçanlara ait mülteci kampı kurulmuş. Arabamızı park edip uzaktan da olsa fotoğraflarını çekmeye çalışıyoruz. Bu arda önde eskort bir araba arkasında da iki araba ile takip edilen fors bayrağını çekmiş resmi bir Mercedes kampa yaklaşıyor. Tel örgülerin arkasında nöbet tutan askerler düdük çalarak uzaklaşmamız için bizi ikaz ediyorlar. ABİ..! BIRAK FOTOĞRAF ÇEKMEYİ “Abi..!” diyor Ali; “Bırak resim çekmeyi, başımıza bir iş gelmeden çabuk uzaklaşalım buradan.” Suruç-Şanlıurfa-Birecik-Halfeti tabelasını geçtikten sonra Şanlıurfa Otoban gişelerine geliyoruz. Onbeş dakika mola verip hem bir şeyler yiyor hem de HGS (Hızlı Geçiş Sistem) kartına 50,00 Tl yükletiyoruz. Urfa ovası bozkır. Nizip’i geçtikten sonra nereye baksan Antepfıstığı ağaçları. Dünya piyasasında Antepfıstığı olarak tanınıyor ama Urfalılar bundan şikâyetçiler. % 70 bizim topraklarımızda çıkıyor ama nemasından, şöhretinden Antepliler yararlanıyor diyorlar. Kıraç dağlarda at ve pullukla tarla sürmeye çalışan köylülere rastlıyoruz. Köyler görüyoruz evler kerpiçten, üzerleri dam. Yok sayılacak kadar ağaç tan yoksul. Gölgeye hasretler. Taştan yapılmış bahçe duvarları var. İnsanlar içmek için su bulabiliyorlarsa hayatlarına neden birkaç kök ağaç dikmezler anlamakta zorluk çekiyoruz. Mardin (Habur)-Diyarbakır-Şanlıurfa-Adıyaman tabelasından sonra Urfa Havaalanına ulaşıyoruz. Urfa’ya sapmak, mancalıkla ateşe atılan Hz. İbrahim peygamberimizin kutsal ziyarete yeri olan Balıklıgöl’ü görmek istiyoruz aman dönüşte uğrarız diye vaz geçiyoruz. Balıklıgöl’ün hikâyesi nasıl mı? İbrahim Peygamber, devrin zalim hükümdarı Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye, tek tanrı fikrini savunmaya başlayınca, Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Bu sırada Allah tarafından ateşe "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emri verilir. Bu emir üzerine, ateş suya odunlar da balığa dönüşür. Yola devam. Önce gözünün görebildiğince buğday tarlalarıyla çevrili 41.700 nüfuslu Urfa’nın şirin ilçesi Hilvan’a daha sonra 239.000 nüfuslu Siverek’e geliyoruz. Siverek bu kadar büyük mü derseniz.? Şanlıurfa Büyükşehir olunca köyler de İlçelere bağlı birer mahalle oldu. Artık şehir merkezi nüfusu ayrı yazılmıyor, bölgenin toplam nüfusu tek tabelada belirtiliyor. Örnek Manisa’nın Salihli İlçe Merkezi 100.000 ama tabelada 156.000 olarak veriliyor. Bence bu tabela yanıltması yanlış amma velâkin ne yapalım, devletin işine karışılmaz. 25 KİLOLUK DİYARBAKIR KARPUZU Diyarbakır’a yaklaşıyoruz. Çıplak dağlar arasından geçiyoruz. Tarlaların içerisinde deve büyüklüğünde kara kara taşlar var. Bu taşlar gökten yağmış diyorlar. Şimdi ise modern teknoloji ile taşlar bir araya toplanıp kara yollarında kullanılmak üzere asfalt çakılları haline getiriliyormuş. Taşların kalktığı alanlar bereketli tarım alanlarını dönüşüyormuş. İşte Diyarbakır’a giriyoruz. Rakım 670, Nüfus 963.000. Duble yol şehir merkezinden geçiyor. Yerel yetkililer burada trafik sorununu çözmüşler. Şehir bir baştan bir başa battı çıktı köprülerle donatılmış. Trafik kuyruğuna takılmadan, kaos’a karışmadan gelip geçiyoruz Diyarbakır’ın içinden. Mardin-Batman yoluna sapıyoruz. 8.inci Ana Jet Üs Komutanlığı önünde duruyoruz. Atatürk ve Mehmetçik heykelinin fotoğraflarını çekiyoruz. Şehri çıkışında, yol kenarında satış tezgâhları kurulmuş. Neler görüyoruz tezgâhlarda dersiniz? Elbette, Diyarbakır karpuzu!. Bir rivayete göre 25 kiloya erişen karpuzların içini oyup bebekler koyarlarmış. Gazi Köşkü (Gazi Pavilion) önünden geçip Bismil-Batman istikametine sapıyoruz. Yuvacık beldesine geldiğimizde entrasan bir şeyle karşılaşıyoruz. Tüm elektrik direklerinin üzerine çalı çırpıyla yapılmış leylek yuvaları ve içinde de birer leylek. Onlarca direk üzerindeki yuvaların birer sahibi var ve sadece onlar göç mevsimi geldiğinde gelip konuyorlarmış. Hem de hiç biri sırasını ve yerini şaşırmadan. Bismil ovası ise diz boyu buğday tarlalarıyla dolu. 111.000 nüfuslu Bismil’i ikiye bölen tarihi Dicle Nehrinin üzerinden geçiyoruz. Diyarbakır’dan Tatvan’a giden tren Çöltepe tren istasyonunda durmuş herhalde yolcu indirip bindiriyor. LEYLEKLER YUVA YAPMIŞ DOĞU’NUN PARİS’İNE Küçük bir tepenin ardından Batman gözüküyor. Batman Çayı üzerindeki tek gidiş geliş köprüden geçiyoruz. Köprünün giriş ayağı üzerine dikili olan Rakım 550, Nüfus 382.000 Batman tabelası önünde hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Batman modern bir şehir olarak belleklerimizde kalıyor. Doğunun Paris’ine adaya bir yerleşim alanı. Şehir merkezini boydan boya geçen Turgut Özal Bulvar geniş bir cadde. Etrafı büyük alış veriş merkezleri ile dolu. Batman’ın sembolü olan avuç içinde dünya heykeli olan girişten geçip tarihi Gülistan çarşısını geziyoruz. Halep çarşısı küçük küçük baharatçı dükkânları ile meşhurmuş. Tesettür giyimde dünya markası Armina’nın yanında “41. Yılımızda Batmanlılara Özal Marşlı Dondurmacı Amca” tabelası dikkatimizi çekiyor. Canımız çekiyor ama Nisan ayı olmasından dolayı dondurmacıya girmiyoruz. Bu arada hava durumu geldi aklıma. Şansımızdan 3 gündür buralar günlük güneşlikmiş. Sanki kış bitmiş bahar gelmiş ama dağlar hala ben beyaz, karlarla kaplı. Yanılıp havanın güzelliğine kapılmayalım. Maazallah hasta masta oluruz bu gurbet illerde o zaman kim bakar bize. Batman’ın zengin muhitindeki yaklaşık 200 dönümlük arazi içerisinde yer alan Petrol Sosyal Tesislerini geziyoruz. Lojmanlar, Kafeteryalar, Lokantalar, Parklar, Gezi-Spor alanları Ankara, İstanbul’u aratmıyor. Batman’da görev yapan devlet memurları, subaylar ve eşleri hafta sonları buraya uğruyorlarmış. Silvan-Kozluk-Bitlis istikametine sapıyoruz. Batman Sanayi Sitesi önünden geçip Şerbetli köyüne ulaşıyoruz. Yolun sol tarafında Batman Çayı su taşıyor Batman Barajına. Batman-Sason yol güzergâhı üzerinde bir tepenin eteğinde kurumuş olan şirin Dövecik köyünü geçiyoruz ki karşımıza Silvan 27 km-Kozluk 34 km- Bitlis 110 km tabelası çıkıyor. Burada bir hatıra fotoğrafı çektirmek gerek diyoruz. Diyarbakır-Bitlis-Batman kavşağı olan Bekirhan-Çatalköprü yol ayrımına gelince Sason 38 km yazan yöne sapıyoruz. Biraz gidince yol tek gidiş geliş’e dönüşüyor. Karayolu üzerinde kurulmuş olan Kozlu Termal tesislerini görüyoruz. Tesislerde biraz dinlenmek istiyoruz ama 800 km yolu gelen şu son birkaç metre yi mi gidemeyecek? deyip Sason Çayı boyundan yolumuza devam ediyoruz. Yol kenarında 10’ar metre arayla satış haymaları kurulmuş ama tezgâhlar daha boş çünkü 15 gün sonra çilekler çıkacakmış. Derken dağın eteğine kurulmuş olan 13.000 nüfuslu Sason’a ulaşıyoruz. “Eskiden Sason’da Batman’da Siirt’e bağlı birer ilçeydi. Petrol’den dolayı Batman il oldu, aldı yürüdü biz aynı kaldık” diyor yöre halkı. BİR UCU SASON DİĞER UCU MALABADİ KÖPRÜSÜ Karlar eriyor olmalı ki Sason Çayı taşmış, dolu dolu akıyor. Ama Sason’u çevreleyen dağların zirvesi hala karla kaplı. Burada havaların ısınması biraz zaman alacağa benziyor. Samet; “Amca..! Yarın Malabadi köprüsü ve Hasankeyf’i gezelim” diyor. Sabah kahvaltısını, yine burada 4 yıldır anaokulu öğretmeni olarak görev yapan Samet’in dayı oğlu Mehmet Ardıç’larda yapıyoruz. Ver elini türkülere konu olan Malabadi köprüsüne. Rahemetli Barış Manço ve Cem Karaca’nın seslendirmesiyle uluslararası şöhrete kavuşan Diyarbakır-Siirt karayolu üzerinde bulunan Çatakköy muhitinde ki Malabadi Köprüsü’nün öyküsü ise şöyle: Artuklu Beyliği tarafından 1147 yılında yapılmıştır. Yedi metre eninde ve 150 metre uzunluğunda bir köprüdür. Yüksekliği, su seviyesinden kilit taşına değin 19 metredir. Bosna-Hersek’te ki Mostar köprüsü gibi Malabadi Köprüsü de, dünyada taş köprüler içerisinde kemeri en geniş olandır. Köprünün çevresinde bir tane konaklama tesis var. Oturup bir çay içiyoruz. Zaten etrafımızı çocuklar sarmış. Başlıyorlar hep bir ağızdan Malabadi Köprüsü türküsünü söylemeye. MALABADİ KÖPRÜSÜ TÜRKÜSÜ Çocukların beşine de bir er Tl bahşiş veriyoruz. “Köprüyü gezdirelim mi?” diyorlar. Teşekkür ediyoruz. Yarım saat sonra da oradan ayrılıyoruz. SULAR ALTINDA KALACAK BİR KÜLTÜR HAZİNESİ “HASANKEYF” Önce Batman. Yine şehri boydan boya geçip Hasankeyf-Mardin-Şırnak istikametine devam ediyoruz. Bu istikametteki yol gidiş gelişli yani ne duble yol ne de otoban. Ama karayolu düm düz ve bakımlı. Bölge düz ova, etrafımız ekin tarlalarıyla çevrili. Yolda sık sık petrol kuyusu pompalarıyla karşılaşıyoruz. Raman; Petrol bölgesi “10 metre deşsen petrol fışkırır” diyorlar. 1915 yılında yani 1. Dünya Savaşından sonra o zamanki hükümetler tarafından savaş galibi devletlerle protokol imzalanmış. Tek başına kendimiz işletemiyormuşuz petrol rezervelerini fakat 2023 yılı itibariyle tüm kullanım ve işletme hakları Türkiye’nin olacakmış. Hasankeyf-Gercüş-Midyat-Mardin-Oğuz-Raman tabelasının yanına gelince bir sigara içimlik mola veriyoruz. Ali, benim yanımda içmiyor, yanımızdan uzaklaşıyor. Biraz sonra yol kenarından topladığı kangallarla dönüp geliyor. Tabiat ananın organik olarak bize sunduğu bu taze kangalları soyup soyup yiyoruz. Hava güzel, doğa yeşil, insanın çocuk olası geliyor bu uçsuz bucaksız kırlarda koşup oynamak için. Dicle Nehrinin kenarından ilerliyoruz. Karşımıza koyun sürüleri çıkıyor. Yol bir süre trafiğe kapanıyor. Arabadan inip koyunların ırmaktan su içişlerini seyrediyoruz. Trafik yoğunlaşmaya başlıyor anlıyoruz ki 3.100 nüfuslu tarihi şehir Hasankeyf’e yaklaşıyoruz. Hafta sonu olmasından dolayı olacak arabamızı park etmekte zorlanıyoruz. Türkiye’nin her yerinden plaka görebilirsiniz. Buraya baraj yapılınca sular altında kalacak olan kemerler üzerine kurulu köprüsü, tarihi yapıları, minareleri, kayalardaki eski kaya evleri, mağaraları, kalesi ve turistik eşya çarşısını görünce insanın içi cız ediyor. Baraj inşaatı 10 km ileri bir yere yapılsa da Hasankeyf kurtulsa diyor insan. Hasankeyf neresi mi? Batman'a bağlı olan, iki yakasını Dicle Nehrinin ayırdığı tarihi bir ilçe. İlçenin tarihi, 10.000 yıl öncesine kadar gitmekte. 1981'de doğal koruma alanı ilan edilmiş. Kuzeyden güneye kıvrılıp giden Dicle Nehri üzerinde yer alması ve o günlerde ticaretin önemli bir kısmının nehir yoluyla yapılması nedeniyle Hasankeyf, ticari ve ekonomik olarak da gelişmiş. Hasankeyf, üzerinde yapılması planlanan Ilısu Barajı ile sular altında kalma ve tüm kültürel hazinesini yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Dicle’nin kenarındaki turistler için özel olarak yapılmış olan kıl çadırlara oturup yöreye has gözleme yiyip ayran içiyoruz. Buraya kadar gelmişken Midyat’a da uğrayalım diyoruz. Saate bakıyoruz 18:00 olmuş Midyat ise 60 km mesafede. Hasankeyf’e 111 km olan Sason’a karanlıkta gitmeyelim deyip eve dönmeye kara veriyoruz. Elveda Hasankeyf ! Sular altında kalmaman umuduyla.
|
|